Adımlarıma Işık

29 Ocak 2011 Cumartesi

Beyaz Minibüs

Avuçlarım terliyor. Terledikce terliyorum. En çok bağrım yanıyor. Herzamanki gibi. Alışığım yani. İçtikce içiyorum. Banamısın demiyor. Isındıkca içiyorum, içtikce ısınıyorum. Hani öleceğini bilsen bile uçurumdan aşağı atlamak gibi. Düşene kadar yaşanabilecek  o kısa özgürlük adına feda edip arkada bıraktığın herkes ve herşey gibi.

Parmaklarımıza dikkat etmeyiz. Sonra saçlarımıza, ayaklarımıza ya da yanaklarımıza. Düşünmeyiz. Sonsuza kadar öyle kalacaklarını zannederiz. Unuturuz birgün herkes gibi yok olacağımızı. İyi ki hâlâ sağlıklıyım demeden daldırırız kaşığımızı şu meşhur Nutella'ya. Hiç anlamadım nasıl kaşıklaya kaşıklaya yediklerini. Ağabeyimde ufakken tatlı kaşığını Nutella'ya daldırır, dakikalarca üzerindekini yalardı. Özendiğimden denerdim bende. Birkaç saniye zorla dayanırdım mide bulantısına. Midem bulanırdı benim. Herkesin ayıla bayıla yediği Nutella'yı yalayınca... o an anladım ben de bir enteresanlık olduğunu ve de hayıra alamet olmadığını. Neyse...

Geçtiğimiz haftasonunu dostlarımla geçirmiştim. Uzun zaman olmuştu okadar çok zamanı onlarla geçirmeyeli. Sokaklarda dolaştık, benim çalgıcılara rastladık, herzamanki gibi durup dinlemeden esgeçtik, dilenen adamın önündeki karton parçasına ne yazdığını okumak için bir-iki saniye durmamın haricinde durmadım hiçbir yerde. Bir an dost'la olmanın bazen iyi olmadığını düşündüm. Beni anlayan bir çift gözün üzerimde olması, benim aylarca içimde sustuklarımı kusmam demek. O gözlerin üzerimde olması, hiçbir konuda kıvıramayacak olmam demek. Herşeyi olduğu gibi tüm çıplaklığıyla masaya yatırmak zorunda olduğum demek. Kimi zaman bu durum pozitif etki yapıp beni rahatlatıyor olsada, herzaman içimde sustuklarımın dışarıya yansıması güzel olmuyor. Adı üstünde. Konu belli. Susuyorsun işte. Alemi yok anlatmanın öylece. Sus. Sus ki duyulmasın. Bilmesin kimse. Ardında birşey aramasın. Konuşmak zorunda kalma ve de en önemlisi unuttuklarını hatırlama... Sonra cafe'de bir şarkı çalar ve "hayır ya..."

Gerçek mutluluğu  yalnızken yaşayabiliyor isem mutluluk sayarım ben.

Lâkin kendimi hep 'eksik' hissettiğimden midir nedir, dikiş tutturamıyorum birtürlü. Tuttuğum yolda ilerleyemiyorum. Bazen oturuyorum ve bekliyorum. Kimsenin gelmeyeceğini bile bile bekliyorum. Daha doğrusu beklenenin gelmeyeceğini bile bile bekliyorum. İşte eksiklik duygusu böyle berbat birşey sayın okurcanlar. Bu eksiklik duygusu, dolmak için kıyma arar durur kendine. Her kıymayı içine alır. İncelirim sonra tutamam onları içimde. Her kıyma yakışmadı içime. Sonra tekrar ediyorum kendi kendime... ah nerede, vah nerede...

Velhasıl, sanki üçümüz bu eksiklikleri doldurmak için tutunacak birer dal olduk birbirimize. Odamdan çıksınlar istemedim. Evlerine dönsünler istemedim. Kırmızı duvarlarım onlara, onlarda kırmızı duvarlarıma bakıp sıkılsınlar istedim. Ama şikayet etmesinler istedim. Evet birkerelik gayet bencildim. İşe yaradı. Dostum bana bir masal anlattı, ben de uyudum...

Beyaz atlı prens olayı öte dursun, geçen hafta rüyamda 'beyaz minibüs'lü prensim geldi. Onu bekliyorum. Tıpkı rüyamdaki gibi başımı dizlerine yaslasın ve " ben de seni bekliyordum..." desin diye.

Olacak.

Goncagül "Umutlu"

2 yorum:

  1. Olacak tabi...
    Venceremos !
    Baska yolu YOK !

    YanıtlaSil
  2. :-)) Venceremos biraz fazla şey olmuş.. şey.. ama süper destek geldi anonimcan senden çok teşekkürler!

    YanıtlaSil

Aman diyim birdaha düşün!