Otuza bir kala bir doğum günü yazısı yazayım dedim geçen
Cuma. 11 ocakta. Çok uzun zamandır yazı yazamamaktan muzdarip olan ben şakır şakır içimi dışımı
yazmaya başlamıştım ki, bilgisayar kitlendi ve yirmidokuzuncu yaşımın ilk
cilvesi beni benden aldı.
Onca yazdığım birden bire kayboldu.
Uzun bir süre robot misali kalakaldım kışın ortasında yine.
Ama ne yapacaksın elden birşey gelmedi ben de tekrar yazamadım. Büyük ihtimalle
bu yazıyı da bitiremeyebilirim.
Aylardır olduğu gibi ya yarısında tıkanacağım, ya da
söylemek istediklerimi söyleyemediğimi düşünüp toptan sileceğim. Derken
bilgisayarım yine kitlendi.
Sanki hastalığa tutulmuşum gibi açıkladığımın farkındayım,
ama uzun yıllar boyunca herşeyini ve herşeyi fırsat buldukça heryere yazan
kişiler benim durumumu anlarlar.
Kendimle konuşmaktan vazgeçmiyorum tabi. Vazgeçmediğime göre
yazamıyor olmak çok saçma geliyor bazen, ama yavaş yavaş kendi içimde filtreler
mi yaratıyorum da birtürlü düşüncelerimi ve hislerimi kelimelere dökemiyorum,
bilmiyorum.
Gerçek sebebin ne olduğunu aylardır düşünüyorum.
Bulamıyorum. İçimde anlatmak istediğim birsuru düşünceyle oturuyorum ekran
karşısına. Bir iki paragraf yazdım yazdım, gerisi gelmiyor. Bazen o bile
olmuyor.
Bu konuda yardımcı olacak birisi varsa buyursun.
Çıldırıyorum.
Her neyse konuya dönmeye çalışacak olursam, geçtiğimiz Cuma
yirmidokuz yaşına girdim. Ve o günden beri şoktayım. Yirmidokuz derken bile bi
garip oluyorum. En son yirmibeş yaşına girince böyle olmuştum sanırım ama bu
daha beter.
Yani ne gençsin
ne de yaşlı. Arada kalmış gibi, garip bir şey. Güzel aynı zamanda. Bir tane
çizgi var alnımda. Kaşlarımı yukarı kaldırdığımda belirdiği için yer etmiş
orda. Kaz ayaklarım da var. Bazen şikayet ediyorum. Çoğu zaman seviyorum.
Yeni bi akım var
ya şimdi, millet on yıl öncekiyle şimdiki fotoğrafını paylaşıp değişip
değişmediğini gösteriyor falan filan. Onu geç hele ! Sen içinden haber
ver. İçten değiştin mi, kaldın mı. kafada neler oldu neler bitti. Ruhun on
yılda ne derece yıprandı. Önceliklerin mesela, değiştiler mi?
Daha iyi misin
yoksa bıktın mı. Bunlardan haber ver…
Kendime de soruyorum
tabi bu soruları. Zira on yılda
yüzümün ne kadar çizgi kazandığıyla pek ilgilenmiyorum. Ya da ne kadar kilo
alıp ne kadarını verdiğimle. İçime dönüp bakıyorum ki son bir iki yıldır işin
içinden çıkamıyorum zaten. Ruhum hayatımın bazı noktalarında doksanlarda kaldı.
Bazılarında ikibinler, milenyum, derken günümüze dönünce hayatın neresinde
olduğumu bulmaya çalışıyorum.
Hayatımla, hayatın neredesindeyim? Biryerinde küçük bir nokta halinde olduğum
kesin de geçen yıllar içerisinde olduğum noktadan memnun muyum… ?
Memnunum sevgili
kendim.
En azından bunu
öğrendiğimi söyleyebilirim; memnun olmayı yani. Hayatımın envanterini yapa yapa
bi hal oldum zaten. Ya da onyedinci yaşıma ayar çeke çeke…
Ondokuzuncu yaşıma keşke diye diye…
Yirmidorde, o öyle değildi bak böyleydi diye göstere göstere.
Yapmıyorum artık.
Yapmayacağım
arkadaş.
Oldu bi kere ne
yapayım yani?
Sağlam mıyım ?
sağlıklı mıyım ? ders aldım mı? işte o kadar.
Önüme bakıyorum
yani artık. Artık… nihayet!
Yirmidokuz yaşına kadar beklemem
gerekiyormuş bunun için.
Ha kafayı tamamen
düzeltebildim mi, tabi ki hayır. İçimin yaraları tamamen iyileşti mi, kısmen.
İzi var birçoğunun ama onlara dokunmasını öğrendim. Sahiplenmesini. Aynada
gördüğümde gözlerimi kaçırmamayı…
Bi kere herşeyden önce annelik buna izin vermiyor. Bence
yani. Kendi yarana odaklanmana ve ha bire geçmişe dönüp onu öyle değil de böyle
yapsaydık keşke demene. Kendine haksızlık yapmana izin vermiyor. Tuhaf bir,
nerden geldiği belli olmayan bir güç geliyor. Daha sağlam oluyorsun bir şeylere
karşı. Hayata ve insanlara. Tüm kötülüklere ve kırgınlıklara karşı daha dik
durabiliyorsun misal. Asıl mesele bunları yaparken hâlâ yumuşak ve alçakgönüllü
kalabilmekte galiba. Yani anayım ben ana!!!! modunda olmadım, olmam da hiçbir
zaman. Ama en azından öyle diyenlerin neden o moda girdiklerini anlayabiliyorum
artık. Ipin ucu çok kolay kaçabilecek durumda çünkü. Kaçmamasını öneririm zira
o kadar da spesyal varlıklar değiliz yani. Tanrı lütfetti ve bir emanet verdi.
Layıkıyla büyüt, eğit, vatana millete en çok da kendine hayırlı bi insan olsun
yeter. Çok da şaapma yani.
Böyle işte. Hayatımı ve düşüncelerimi kaydetmeyi baya
özledim. Biraz karışık oldu ve iki farklı tarihlerde devam edildi, ama bu sefer
yazımı nispeten toparlayabilmenin sevincini yaşıyorum.
Kısaca çok sevgili yirmidokuzumu özetlemem gerekirse;
Çok daha çocuklaştım.
Birazcık kırıştım.
Milyaaaaarlarca tecrübe daha edindim ve bu sayede sertleşen
yerlerimi yumuşatabilmeyi öğreniyorum.
Daha çok sevmek istiyorum.
Ama önemlisi bu yıl daha çok üretmek istiyorum. Daha çok varolmak.
Hadi inş.
Goncagül “29”