Adımlarıma Işık

26 Eylül 2011 Pazartesi

Çıkara Dayalı Dostluklar/ Ben Merkezci Arkadaşlar

Yufkadır yüreğim. Bir okadar da sivridir dilim, bilirim. Delmesin diye kimseyi konuşur önce yumuşak kalbim. Çok sabrederim, çok beklerim. Hoşgörünün hakkını veririm. 

İyi de, neden buna rağmen suistimal ederler seni? Neden bile bile üzerine gelirler? Neden bile bile üzerler? Neden hiçbirşey olmamış gibi devam etmeye çalışırlar? Çıkara dayalı dostluklarına bir de niçin insafsızlık eklerler? Bilmiyorum ben. Bilemiyorum. Dünü, bugünü ve yarını düşünmeksizin açarsın dostuna kalbini, dökersin içini. O bu durumdan faydalanıp soymaya kalkışır herşeyini... Kanatır birdaha. Umursamadan, düşünmeden ötesini berisini. Sıvar kolları ve daldırır ellerini olmaması gerken yerlerine. Sen "dost" dedikce döner sırtını sanki...

Menfaat yapışmış alınlarına. Çıkar köreltmiş zihinlerini. Kurnazlıkları boy boy karşımızda dikilirken çok mu saf sandılar bizi? Çok mu iyiydi niyetleri? Ama, vardır hep bir cevapları. Korkarım bu yüzden ağzımı açmaya. Dilimi tutarım delmesin diye kimsenin kalbini. "Ya benim kalbim?" diye düşünmeden, çekerim restimi. Aldığınız astar yüzünden verecek yüzüm kalmadı size. Dost adı altında tepeden tırnağa ayıplaşan sizlere. Ben utanıyorum yerinize. Düşüncesizliğinize. Veya öyle görünmek isteyişinize.

Herşeyi sanallaştırdığınızdan beri piyonsunuz siz de. Anlayamadığınız şu ki; sessizlik bir kabulleniş değildir. Susmam, görmediğim anlamına gelmiyordur. Oralı olmamam, yaptıklarınızı tasvip edişimden değildir. Söylediklerinizin, yaptıklarınızın ve beynininzden sinsice geçen her tilkinin farkındayım.

Bu farkındalık bana acı verir. Tuttuğum dilimin sivri ucu gerisin geriye bana batar. Aldırış etmem. Çünkü; umarsızca sömürdüğünüz duyguları ve dostlukların ardından söyleyecek laf yoktur.

Öyle işte...

Goncagül "Farkında"

Hasret

Heryerde çekilebilir. Zamana aldırış etmiyor insan. Saate bakma ihtiyacı duymuyor. 
Kimi zaman tek bir noktaya odaklandığını dakikalar sonra anlayabiliyor. Çünkü, baktığı yerde bile hasretin yansımasını gördüğünden, nereye baktığı çokta önemli olmuyor. Parmaklarını yuvarlıyor...ısırıyor...kemiriyor. Gözlerinden damla damla akıyor bazen. Dudaklar, büzüldüğü gibi aniden yine aynı hasretin resminden gülümsemesini de biliyor. Hasret, gülümsetiyor. İliklerine kadar bir çekim sancısı hissettirebiliyor. Kilometrelerce uzakta olan mıknatısın diğer parçası olduğundandır bu sancı. O'na çekilmek ve gidememek. Ulaşamamaktır hasret. 

Ne nokta olmayı bilir ne de virgül. Başı da yoktur sonu da. Sesi de yoktur hasretin. Sağır ve dilsizdir ayrıca. Yalnızlığın en iyi dostudur ve saç diplerine kadar hissedebilirsin bunu. Ne kadar süredir sustuğunu, düşündüğünü, sancılandığını unutturandır. Bir başkasının başkalaşmasına son vermektir. O'nun gözlerinden bakmaktır hayata... O'nun kalbinden atmaktır, dilediği ritimden nefes alıp vermek. Kim ne derse desin, ne yere ne de göğe koymak istememektir. En çok yüreğime yakışır. En iyi benim dizlerimde uyur. En güzel benim içime akar. 

En özel şarkıları ben söylerim O'na...kanatırcasına.







Hasret, kimsenin bilmediği bir bestedir. Yalnızca senin çalıp söyleyebildiğin, ama uzaklarda biryerlerde O'nun tarafından dinlenildiğini bildiğin. Kimseye benzemez. Rengi yoktur. Varsa yoksa O'dur. Boğazda düğüm, bileklerde kelepçedir.
 Çaresizliğin anasıdır.

Hasretin adı, Çağdaş'tır.

Ve lâkin; sabır umudu büyütür, umut sabırı.

Goncagül "KanRevan"

19 Eylül 2011 Pazartesi

Benimde Bir Filmim Var

Küçükken pembeydi benim bildiğim bulutlar.

Yağmurlar boncuk boncuk yağardı.

Her kadının dudakları titrekti.

Her erkek nazikti.

Her çocuk tatlı ve temizdi.

Her aşk Aliye Rona'lara rağmen ölümsüz ve güçlüydü.
Her baba, yiğit ve her ana tırnaklarıyla kazırdı hayatı.

Sonra ben büyüdüm.

Turşu sevmeye başladım.

İsabet oldu.

Çünkü biber gerçekti ve o acıydı.

Pembe bulut yoktu.

Bulutlar beyazdı...

**
Sonra yediğim lahana turşularının suyunu da seve seve içmeye başladığım günler oldu. İlkin hepinizin bildiği, aşık olduğum canım şehir İstanbul'da 6-7 yaşlarındayken içtim bir bardak turşu suyunu. Lıkır lıkır hemde. O turşu suyunun tadının yerini hiç bir turşu suyu alamadı. Hâlâ aynısından içemedim. İçemeyeceğim de.

Ne turşu suyundan bıktım, ne de izlediğim türk filmlerinden. Meğer ne pembe bulutlardan vazgeçmişim, ne de Kartal Tibet'in gözyaşlarından.

Hani derim ya inanırsak olur diye.

İnandım, oldu.

Kartal Tibet'ten nazik bir sevdiğim var şimdi. Bütün Aliye Rona'lara inat sımsıkı sarıldık birbirimize. Ben yine hayalperest olayım, siz yine kınayın beni.

Mutluyum çok.

Son.

Goncagül "Nayşe"


7 Eylül 2011 Çarşamba

İçsel Haykırışlarımın Dışsal Yansımaları part 2

O gün geldi çattı. "Daha çok var" diye diye şurada topu topu üç gün kaldı. Üç gün sonra tam manasıyla yuvadan uçacak olan bir ağabeyim var. Günler azaldıkca içsel haykırışlarım çoğaldı. Sessiz çığlıklarımı bastırdım. Iyice sessizleştim. Kabuguma çekildim. Eski fotoğraflarımızı uzun uzun inceleyip o günlere geri döndüm. Dedim ki "herşeye rağmen dünyanın en güzel kardeşlik örneğini biz yaşadık ..."

Yaşadığımız inişli çikişli bütün olaylara inat, kafa göz girişmelerimize inat, dizde kase kırıp kanın gövdeyi götürmesine inat, ayagımızın altında kafa ezmeye inat, sokak ortasında herkesin içinde top oynamıyorum diye dayak yememe inat, kaleye geçmiyorum diye küfür kafir kol gezsede buna da inat, gayet sıkı bir bağım var benim ağabeyimle. O ağlayınca ben başlardım, ben ağlayınca o başlardı ağlamaya. Destek çıkardık kol kanat gererdik birbirimize. Paylaşmadığımız bir halt kalmadı anlayacağın. Pazar akşamları toplantı yapardık misal. Yıllarca ranzada yattık (bir kaç sene ayrı odalarda kaldık) o ranzada alt üst yatarken, bazen gayet geçimsiz olmamıza rağmen pazar geceki toplantılarımızı aksatmazdık. Bugüne dair planlarımız, hayallerimiz vardı. Cinsiyet farkı dinlemeden, utanmadan çekinmeden konuşurduk  bunları. Işte o gecelerde içinde hayal  kurduğumuz o pembe baloncuklar patladı, herşey gerçeğe dönüştü. Sıralamayı da bozmadık vesselam. O benden büyük olduğu için önceden gidiyor. Bana yol açiyor. Yolundaysa herşey işaret edecek peşinden gideceğim ben de. Her zamanki gibi yani... Tam ağabey kıvamında. 

Ağabeyi olmayan kızancıkların ne demek istediğimi anlayacaklarını pek zannetmiyorum. Hatta bu ağabeyi olmayan hatunların "iyy iyi ki ağabeyim yok!" demelerine protesto amaçlı, biz ağabeyi olan hatunlar bir elimizi havaya kaldırıp "Yaşasın ağabeyi olupta kendini daha güvenli hisseden hatunlar!" diye bağırdık. Bakmayın, abladan falan iyidir. Ağadır, paşadır, candır o can. Kabul, bu sebepten biraz feminizmden uzak büyüdük bir süre ama geçti yani. Insan bir kendini  bulmaya görsün o feminizm içerden geliyor zaten. Ağamla alakası yok yani. Herneyse işte. Üzgün değilim hacılar. Aksine ağam için gayet memnunum. Zaten hayatını severek sevişerek mutlu mesut geçirebileceği bir hatun aldı kendine. Hem biz müşerref olduk, hem de o. Müşerref demişken, küçükken adım ya Kevser ya da Müşerref olsun isterdim. Neyse bu ayrı konu. 

Dün gece ağam uyurken biraz izledim. Böyle içim acıdı. Aslında bu yazı duygusallığın dibine vurup anıra anıra ağlamamıza sebep olabilirdi hep birlikte ama gördüğünüz üzere bunu engellemek için hayatımı yiyorum şuanda. Ağam, iki üç mahalle öteye taşınıyor olsa da, aynı olmuyor. Aynı olmayacak hiç bir şey. Birlikte televizyon izleyip aynı sahnede birbirimize bakıp gülemeyeceğiz mesela. Cay demleyeyim diye para teklif eden biri de olmayacak. Taklit yapıp altıma işeten, sigara dumanını suratıma üfleyip kadirzm moduna giren ve de saatlerce hikâyeleriyle kafamı şişiren biri de olmayacak. Sabahın köründe arabesk ile uyandıran, karı-kız muhabbetlerine ortak eden, hertürlü benim muhabbetlerimede ortak olmayı başarabilen ve bunu hep ölçüsünü kaçırmadan yapabilen birisi de olmayacak. Cinsiyet farkına rağmen ölçüyü hiç kaçırmadan ikiden bir olmayı her zaman başardık sevgili okurum. 

Velhasıl-ı kelam, bir dönem kapanıyor, baska bir dönem açılıyor. Bunada alışacağız. Herşeye, her yere ve de herkese alışılabildiği gibi. 


Goncagül "Kızkardeş"










5 Eylül 2011 Pazartesi

Yıldızların Altında

Yıldızların hep bir önemi, bir değeri oldu benim hayatımda. 

Yalnızlığımı çok derinden hissettiğim anlarda gökyüzüne bakıp sonsuzluğu içime çektim. Amma göğün maviliğinde yüzüp başka diyarlarda ferahladım, amma beyaz bulutların arasından sızan güneş ışıkları arayıp yüreğime ümit aşıladım. Gecenin karanlığında bana göz kırpan vefâkar bir yıldızım var. Kalbimden taşan arzularımın duvarlara çarpıp bana geri dönerken duyduğum acılıkta, gayriihtiyari o yıldıza dogru döktüm kelimelerimi. Aybaba beni gökyüzünün diger kısmında izlerken ben, aydınlattığı o yıldız ile ilgiliydim herdaim. Diğer yıldızlara nazaran daha parlak, daha belirgin, daha yakın ve daha dost. Dosdoğru gözlerimin içine bakıp beni dinleyen bir insan gibi. Izlemekten haz duyduğum ve de rahatladığımı hissettiğim. Gözlerimden damlayanlar yanaklarımı sırılsıklam ıslattığında, o yıldızın ışığında kuruttum yüzümü. Yeryüzünde yaşadığım tek başınalığı o yıldız ile paylaştığım gecelerde, dün geceden hiç haberim yoktu, dün geceye kadar...

Dün gece, hayatımın sonuna kadar duymak istediğim sesi dinlerken ben, bu defa huzurun verdiği refleks ile karanlık gökyüzünün derinliklerine daldım. Bir yandan içimin en kuytu köşelerine sevgiyle akıp göl olan sesi dinlerken bir yandan da vefâlı yıldızımı izledim. Yıldızların çokluğu çekti dikkatimi sonra. "Yarın hava güzel olacak..." dedim. Aslı var mı gerçekten bilemiyorum ama, böyle inanırım yıllardır. Yalnızlığımı paylaştığım ve nedense benden başkasının ilgisini çekmediğini düsşndüğüm, hatta sadece bana göründüğüne inandığım yıldızın etrafındaki diğer silik yıldızları tarif etti dünyanın öbür ucundaki Ruhum. Ağzım açık söylediklerini dinlerken, tarif ettiği manzaranın benimki ile aynı olmasına içten içe sevinç çığlıkları attım adeta. Belki çok şaşırmam gereken bir durum değildi. Fakat öylesine tuhaf, öylesine güzel ve öylesine içtendi ki! 

Aramızda ki 4000 kilometreye inat, aynı yıldızı izledik dakikalarca. Yıllardır gecelerime umudu getiren vefalı yıldızımın bu defa başka türlü bir sürpriziyle heyecanlandım. Sevdiğimin gözlerini yıldızımın ışığından izleyebildiğime mi sevineyim, yahut onun sesindeki mutluluktan hayat bulmama mı, bilemedim... Tarifi zor acılar yaşarken, tarifi zor sevinçler yaşıyorum artık. 

Aynı yıldızı izledik dün gece. Aynı gülümseme vardı yüzümüzde. Aynı duyguları hissediyorduk içimizde. Aynı sabırla aynı beklentiler döndü durdu beynimizde...

Goncagül "Ferah"