Adımlarıma Işık

31 Aralık 2014 Çarşamba

2014'ün suçu ne?

Yılın son yazısına başlayacak bir cümle arayıp duruyorum dakikalardır. En iyisi önce kahvemi alayım. Aldım. Böylece aradığım cümleyi de kurmuş oldum. Neyse..
 Bugün biraz garip hissediyorum. Stor perdelerimi en yukarıya kaldırdım; buz gibi havaya inat masmavi gökyüzünü seyrede seyrede yazıyorum. Midemde ki rahatsızlıktan dolayı uzun zamandır içemediğim sütsüz kahvemi de mideme sırıtaraktan tekrar içmeye başladım. Özlemişim.

Bu sabah  pek te sosyalleşemediğimiz 'paylaşım' sitelerine göz gezdirince birsürü yeniyıl mesajı okudum. Geçen yıl dilenenlerden farksız, hep aynı cümleler. Okuduktan sonra ise "peki ben ne istiyorum?"  diye düşününce, iki yıl önce vazgeçtiğimi hatırladım. Yani uzun uzun listeler hazırlayıp gelecek yıldan birşeyler dileme durumundan. Yıl dediğin birçok olay gibi matematiksel. Güneş doğar ve batar. Dünya döner. Saatler geçer. Gün biter. Gün başlar. Ve yine geçen sene söylediğim gibi, maalesef ki hiçbir şey ısmarlama olmuyor. Herkes kendi seçimleri doğrultusunda yeni yılını nasıl yaşayacağına kendi karar veriyor. Dünyamızdaki çaresiz insanlar hariç tabi. Ben bizim için yazıyorum bu yazıyı. Biz, kendi kaderini yaratanlar için. Olmayan alınyazısına inanıp kendine her seferinde kaçış yolu bulanlar için. "Hepsi benim seçimimdi şimdi ise sonucunu yaşıyorum" demeye korkanlar için. Hiç elimizde olmayan şeyler yaşamıyor muyuz? Yaşıyoruzdur elbette... ama biraz düşününce yine herşey insanın kendi elinde.
İki yıl önce yaşadığım hastalık beni ya öldürecek ya da sakat bırakacaktı. Hızla ilerleyen hastalığın belimi bükmesine ramak kala Rab buna izin vermedi. O hastane yatağında çektiğim acılardan sonra anladım. KENDİNE İYİ BAKACAKSIN. KAFAYI DEĞİŞTİRECEKSİN. ALARMI DUYDUĞUN ANDA GEREKENİ YAPACAKSIN. ÖZETLE, HAYATININ DADISI DA SORUMLUSU DA SENSİN. Ve işte bugün de ne dilesem diye düşünürken iki yıl önce verdiğim kararı hatırladım. Peki hayat ne yapıyor biliyor musun? unutturuyor. Öyle duygular içerisine girip girip çıkıyorsun, öyle olaylarla karşılaşıyorsun ki sanki aksi imkansız. Boşverdiriyor hayat. Ama kendini... kendinden başka herkesi düşünmeye başlıyorsun ya da tam tersi egonun içinde boğulup burnunun ucundan başka hiçkimseyi görmüyorsun. Özetle her işin sonunda yine 'suçu' bir başkasına atıyor sonucu başka bir şeye bağlıyorsun. Kader gibi. Fakat üzgünüm kader diye bir şey yok... dolayısıyla bu yeni yılın sana getirebileceği bir şey de yok. Kafamızın değişmesi lazım. Tek dileyebileceğimiz şey Tanrı'dan sağlık ve birbirimize karşı duyabileceğimiz koşulsuz sevgi. Tabi bunun için evvela kendini sevmesini öğrenmesi lazım insanoğlunun . Kendini nasıl seviyorsan bir başkasını da o şekilde seveceğin malum. Çağdaşın dediği gibi, tecrübeyle sabit.

Çok sevdiğim bir dostum bir kaç ay önce yeni bir hobi edindi. Böyle demiri alıyor, eğiyor büküyor, kesiyor, parlatıyor. Sonra taşı alıyor oyuyor, çekiçliyor, sıvıyor filan derken ortaya harika bir iş çıkıyor. Bakmaya doyamayacağın güzellikte sanat eserleri... işte ben diyorum ki, tıpkı onun gibi kendimizi çekiçleme, eğme, bükme, oyma ve parlatma işlemlerini bizde yapabilecek olan Tanrı'ya teslim olursak... kendimizi de biraz eğip bükersek, sonuç olarak olunması gerekilenler olmaz mıyız? Tanrı'nın tasarımına ve tasarısına uygun olunca gelecek yılları biz süslemez miyiz? Lâkin ne yazık ki biz bunu kendimizde uygulamak yerine hep bir başkasının üzerinde deniyoruz. O'nun şurasını oyayım, burasını çekiçleyeyim evet burayı parlatalım, şuraya da bir ağaç çizelim....
Derken olduğumuz yerde sayıyoruz : )

Velhasıl, hayat harbiden çok güzel ama başkasını değil kendini besle. Kendini oy ve kendini parlat. Karşılığında ne alacağını umursamadan. Bu yeni yıl mesajı önce özüme sonra sana olsun.

Mutlu yıllar!

Goncagül "Odun"

28 Aralık 2014 Pazar

Herzaman ileri bak

Yılın ilk karı dün düştü. Hava bildiğin buz. Görüntü güzel. Bembeyaz. Yine tüm havakirliliğine inat pamuk gibi. Göz kırpıyor herkese;henüz çamur olmadan...
Kış güneşi desen her yıl ki kadar sahtekar. Işıl ışıl parlıyor ama kulakları da elleri de bıçak gibi kesiyor vesselam. Ama o ne yapsın ki?herkes gibi o da vaktin de güzel. Herşey gibi...
Mevsimlerin hiç bu kadar hızlı geçtiğini hatırlamıyorum. Zaman gerçekten yirmisinden sonra daha bi' hızlı akıyor. Eski en yakın arkadaşım söylemişti yıllar önce....haklıymış. Evimin bana ait köşesinde oturuyorum. Evet fiyakalı gibi oldu ama sahiden kedi gibi en çok kıvrıldığım yerdeyim. Biraz eskilere daldım. Eski yazılar okudum. Eski şarkılar dinledim. Eski olaylar geçti aklımdan. Eski Goncagülü düşündüm. Hayallerini, tüm yapmak istediklerini ve şimdiye dek yaptıklarını. Hayallerinin hayal ettiğinden de güzel gerçekleştiğini.
Güldüm çokca... Bu benmiymişim dedim.. Takıldığım yerler oldu. Yüzümğn kızardığı anlar oldu. Sonra "boşver..." çekip, "herkes çocuk oldu" diyerek kendimi ikna ettim. Neye ikna olmam gerektiğini tam olarak bilmeden. Tüm bunların arkasında şimdi oluştuğum şeye baktım. Çizdiğim resmi inceledim. Teslim olduğumdan beri hayatımın  nasıl renk değiştirdiğini düşündüm... Dedim ya, revizyondayım bu ara. Ve inan, bazen insanın buna ihtiyacı oluyor. Dönüp kuşbakışı bakmaya... yürüdüğün yollara. Katettiğin dağlara. Düştüğün yerlere. Kalktığın yerlere. Nerede nasıl davrandığına...sonuçlarına!
İnsan öyle eğitiyor kendini. Belki tek bir hatayı defalarca tekrarlayacak kadar aptallaşıyorsun ama günün birinde onu da yeniyorsun.
Tüm bunların ardından sadece tek bir şeyin önemli olduğunu düşündüm.
Hiçbirzaman geride kalma. Baktığın yerde durma. Geri dönme. Takılma... ne olursa olsun hep ileri bakmalı insan. Bugün varsan bugünü yaşa ve daima ileri bak. Bunun haricinde herşey seni bir bataklık gibi kendine çeker. Geriye senden başka herşey kalır.

Goncagül "ilerimarş"

Zaman

Yüzde kırışık oluyor...
Erken uykusu geliyor...
Sesi çatlıyor...
Elleri buruşuyor...
Hepsini gördüğün ve farkında olduğun halde görmemezlikten geliyorsun.
Ben yıllardır böyle yapıyorum.
Yılları saymıyorum. Yaşlarını bilmiyorum. Lâkin hayat ele veriyor. Sen istesen de istemesen de görünen köy kılavuz istemiyor.
Saat sabah 04:12. Çağdaş mecburi bilgisayarının başında çalışıyor. Beni uyku tutmuyor. Aslında başımı yastığa koysam uyur giderim biliyorum ama anlamsız bir direniş sözkonusu. Habire yazasım var ki bu ikinci yazım. Muhtemelen bunu bugün paylaşmayacağım.
İnsan yaşını aldıkca, zaman daha da çok meşgul ediyor aklını. Ya daben böyleyim bilmiyorum. Hani, Kolera diyor ya "büyümek istemiyorum annem babam yaşlanır", o hesap benimkisi. Yukarıda saydıklarımı farkettikce içim burkuluyor. Birzamanlar aşağıdan baktığım insanlara üstten bakıyorum : )
En acısı ne biliyor musun? Sanki onlar hiç genç olmamış, hiçbir şey yaşamamış, senin hissettiklerini hissetmemiş ve senin geçtiğin yollardan geçmemiş gibi algılaman... ve bazen acı ama, hor görmen... kendinden başkasını düşünmemen.
Hiç ölmeyecekmiş gibi birsürü kalp kırıyoruz. Gururumuz öyle bir tavan yapıyor ki öften püften olaylara kızıyoruz. Hiç yaşlanmayacakmışız gibi yaşını başını almış insanlara karşı sabırsızlaşıyoruz. Ne kadar üzücü... Ne kadar üzücü herşeye bu denli tahammülsüzleşiyor olmak!

Bazen kendimden utanıyorum.
İtiraf ediyorum...
Hayat peşimden kovalıyormuş gibi davranıyorum ve kendi sabrımı kendim tüketiyorum. Sonra yorulup sakinleşince, durup nefes aldıkca yanlışlarımı farkediyorum. Keşkelerim giriyor devreye. Keşke bu kadar tüketmesem kendimi. Keşke bu kadar çok konuşmasam. Biraz sussam. Sadece dinlesem. Hiçkimse kovalamıyor, biraz yavaşlasam...
Gereksiz yere omuzlarıma bindirdiğim tüm şu yüklerden kurtulsam. Onların yerine hafiflesem ve dedim ya, biraz dursam.

Bu yüzden yayamın (annanemin) ellerini çok severim. Çocukken bana elma soyan eller. Sıcak, pamuk eller... güven veren, huzur veren eller. Koşulsuz sevgi ve sabırlı eller. Samimi ve içten eller. Hayatın zorluklarına göğüs germiş eller. Koca dağları aşmış eller. Yüzü okşamış, saçlarımı teselli etmiş olan eller...
Bana herzaman hayatın kısa olduğunu ve önemli olanın sabırlı olmak gerektiğini, zira hetşeyin mutlaka bir zamanı olduğunu ve kötü şeylerin elbette ki geçeceğini öğreten eller.

O elleri çok seviyorum.
Hayatımda bana böyle değerleri katıp maneviyatımı geliştirmiş olan tüm büyüklerimi çok seviyorum.

Rabbim onları uzun ve sağlıklı  bir ömür ile ödüllendirsin dilerim.

Goncagül "sulugöz"


25 Aralık 2014 Perşembe

Devrik Şükran Ve Acı Gerçekler

Dünyanın en güzelidir aile...
Ne yaşarsan yaşa eğer arkanda seni kucaklayan bir ailen olduğunu biliyorsan mutlusun! Bu yüzden defalarca şükrettim bu gece. Kolumu attığımda yanıbaşımda bulduğum sevgilim için...

İnsanları çoğu zaman oldukları gibi kabul etmek zordur.

Bugün, bir anne evladını ya da çocuklar babalarını bile hor görürken, komşunun komşusuna kötü davranmasına şaşırmıyoruz.
Maalesef artık üçüncü sayfalarda okuduğumuz akıl almaz kötü haberleri bile benimser hale geldik. Herşey normalleşti. Kötülükler, ahlaksızlıklar ve daha sayabileceğim binbir türlü pislik sıradanlaştı. Hiçbir şey bizi şaşırtmıyor.
Yine de bütün bunların içerisinde öyle şeyler oluyor ki, yeniden kaybettiğini zannettiğin umudu geri bulup sarılıyorsun. Son günlerde o kadar çok yaşıyorum ki bunu... Herşey karanlığa gömülmüş gibi görünürken küçük bir mum ışığı titremeye başlıyor. Fakat yinede insanlar umutsuzluğu seçiyor. Şükredecek birsürü sebep varken mutsuzluk daha kolay geliyor. Geçenlerde bir Afrika ülkesinin belgeselini izlerken de bunu düşündüm. Adamlar neredeyse açlıktan ölecekler ama herkes mutlu! Sokaklarda dans ediyorlar. Aileleriyle vakit geçiriyorlar ve yaşadıkları eve bakmadan, sadece nefes alabiliyor olmanın sevincini yaşıyorlar. Teknoloji sıfır. Hergün neredeyse aynı gıdalarla besleniyorlar ama samimi söylüyorum, bizden daha mutlular! Herşeye istediğimiz an sahip olabilen bizler, buzdolabında çok şükür ki yiyeceği eksik olmayan, gardırobunda çeşit çeşit kıyafeti olan en önemlisi başının üstünde sığınabileceği bir çatısı olan bizler! Hâlâ utanmadan isyankar takılanlar... İşte bu kolay geliyor.

Şükredecek o kadar çok sebep var ki...

Karanlık herzaman daha kolaydır. Bizi görmezler. İstediğimiz gibi takılır ve ne hikmetse bu umutsuz haller garip bir zevk verir insana...ama o kadar yabancı ve samimiyetsiz ki bu aslında...

Goncagül "şükür"