Adımlarıma Işık

28 Kasım 2011 Pazartesi

Hepsi Bu Olmasa da...

Herkesin var bir hikâyesi...

Ama bu başka.

Herkes mutlu olabiliyor bir türlü...

Ama bu başka.

Yazmak istediklerim, anlatmak ve bütün yaşadığım güzellikleri paylaşmak istediklerim dolup taşıyor. Böylesine haykırmak isterken bir yandanda sadece benim yüreğimin içinde saklama isteği duymam ilginçtir. Yani, buradayım ama aslında değilim. Bazen bir noktaya dalıp gidiyorum, lâkin baktığım yer başka. Kalbim kuş gibi kısaca. Özgürce uçuyor. Hiç sıkılmadan, utanmadan. Ne bugünün ne de yarının endişesini taşımadan. Kötülükleri barındırmadan. Başkalarının tutsaklığına üzülen ama kendi özgürlüğünü de ucuza satmayan. Herşeyi çok net görebilen, ama en çok kendi yuvasını dikkatlice gözleyen, ben. 

Ben büyüyorum biraz daha. Sevdikce, gördükce, eğlendikce, sevildikce, okşandıkca, şarkılar söyledikce, dibine kadar yaşadıkca ve en önemlisi de sabretmeyi öğrendikce! Büyüyorum gerçekten. Karşına çıkan engelleri aşmayı göze aldığın vakit ne kadar güçlendiğini anlıyorsun. Biraz cesaret ve çokca sabrın ödülünü alıyorsun. Belki de hiçkimsenin dönüpte bakmayacağı bir yere uzun uzun bakıp dersler çıkartabiliyorsun. Sadece nefes alıp vermekle kalmıyorsun yani. Ne kendi huzurunu ne de sevdiğinin huzurunu başka, bambaşka birşey için kaçırmıyorsun. 

Bu başkalık baş döndürücü. Hayal değil, rüya değil, tam manasıyla sahi ve özel. Karanlığı aydınlatan bir ışık gibi. 

Çok garip; zorluklara rağmen ayakta tutan bir duygu. Kasvet çökünce ordan çekip alan ve göğsünde uyutan bir sevgili. Kötünün acımasız silahlarına karşı Tanrı'mın sevgi dolu gerçek sözleri.

Şunu anlamak lazım. Tanrı'ya güvenen utandırılmayacaktır. 

Goncagül "Aşk"


13 Kasım 2011 Pazar

Konu Bu Değil

Kahve dediğin Fenerbahçe fincanında içilir. Ama bunun konumuzla alakası yok.

Merhaba,

Kış bugün tam manasıyla pencereden sırıttı bize. Ufuklar görünmez olu. Sis kapladı heryeri. Beyin gücüyle 'üşümeyi engellemeye çalışmak' mevsimi diyorum ben buna uzun zamandır. Evet, ilginç ama bunu yapabiliyorum. Kendimi bildim bileli soğuk havayla savaştığım için olsa gerek, zorlanmadan üşümeyi engelleyebiliyorum. Tek başına karda kışta okula giden bir çocukluk ve gençlik döneminden sonra iş hayatımda pek farklı olmadı. Neyse ki bu yıl 'araba kullanmak' gibi bir kolaylığa adım atmama ramak kaldı sevgili okurcan. Hatta kendisi kapının önünde beni bekliyor. Gerçi bu defa gidecek bir işyerim olmadığı için bu pek birşey ifade etmiyor şimdilik. Neyse konu bu değil.

Mathias doğdu. Yeğenim olan. Hala oldum ya hani ben? o işte. Bebekler genelde buruş buruş ve çirkin olurlar doğduklarında. Bizim bebeğimiz direk botokslu doğdu arkadaşlar. Bu kadar mı tatlı olunur, bu kadar mı uslu olunur... Şimdi bu bebeciğin babasıyla biz komşu oluyoruz. Yeğenimin odasıda benim odamın yanında. Ben burada parti versem ses gitmiyor, ama orada sinek uçsa ben vızıltısını (evet vızıltı) dibimde duyabiliyorum. Bizim bebişin hastahaneden çıkıp eve geldiği ilk gece, daha doğrusu ilk sabah  bir miyavlama sesi duydum dışarıdan. Yani ben öyle sandım. Bu soğukta ve bu saatte kedinin dışarıda ne işi var diye düşündükten hemen sonra Matt'ın yüzü belirdi gözlerimin önünde. Güler misin ağlar mısın? Rüya ile gerçek hayatın arasındaki o ince çizginin üstünde cambazlık yaparken duyduğum bu güzel bebek ağlamasıyla uyanmanın tadı başka. Zaten hemen susuyor! Neyse konu bu da değil.




Çağdaşkım bana aldığı hediyeyi gösterdi dün. Siz deyin Goncagül uçmuştur, ben diyeyim uçtum! Hiç inmemek üzere bulutların üzerinde biryerlerde pembe badana boya yapıyorum. Boğazıma doluyor, birşeyler söylemek istiyorum! Ama hepsi mi hafif kalır duygularımın yanında? Hiç mi tarifi olmaz bu yaşadığım muhteşem hislerin... En büyük zevkim olan yazmanın bile beni birgün böyle bir sebepten dolayı yarı yolda bırakabileceğini düşünmemiştim hiç. Herneyse, konu bu da değil aslında. 




Van konusunu yazmadım hiç. Hergün beynimi meşgul eden, yüreğimi acıtan bu durum için Tanrı'ya dua etmekten baska yapacak birşey yok gibi çünkü. Manevi kardeşim Doğuş'a ulaşamıyorum. Ne öğretmenine, ne de kendisine... Bilinmezliğin içinde ne düşüneceğini bilememek koyuyor insana. Gönderilmemiş bir kutu var şimdi yanıbaşımda. İçinde bu kışı sıcak geçirmesi için bir mont, birkaç defter ve kalem, silgi, bere ve bir de blok flüt almıştım. İçim acıyor. Konu bu değil...


Dün annemle babamın evlilik yıldönümüydü. Sanki bu ara hiç olmadıkları kadar âşıklar birbirlerine. Babam aslında ne kadar romantik. Annem aslında ne kadar hassas... Ben aslında ne kadar açmışım onları kumru misali görmeye... Ne güzel kocaman bir sevgi yumağının evimizin tam ortasında uçuşması. Bir iki fotoğraf çekip bir kaç ânı ölümsüzleştirmeye çalışmak ne kadarda değerli aslında. Tamam ama, konu bu da değildi.

Sahi, konu neydi?

Goncagül "PamukHelva"


4 Kasım 2011 Cuma

Kasım Hoşgeldi

Neyin garantisini verebiliriz bu hayatta? Neyden yüzdeyüz emin olabiliriz? Dostlukların garantisi var mı, güvenebilirmiyiz? Herkesi doğru algıladığımıza emin olabilirmiyiz? Sahidende inandığımız gerçeklerin doğruluğunu savunabilirmiyiz hâlâ? Göz açıp kapayıncaya dek değişmiyor mu bazen birşeyler? 

Son günlerde hayat bana insanların etten kemikten yaratıldıklarını ve hiçkimsenin mükemmel olmamakla birlikte gayet 'önemli' hatalar yapabileceklerini öğretiyor. İnancımın da bana teoride birkaç kez bu hakikati gözümün içine sokması, ben yaşayana kadar etkili olmamıştı. Herzaman böyle oldu. Yaşamadan bilemedim. Yaşadıktan sonra çektiğim acı beni kendime getirdiği için şanslıyım esasen. En güzeli de, artık yalnız değilim. Acımı anlattığımda göremediklerimi gösteren bir sevgiliye sahibim. Boşuna denmiyor yol arkadaşı diye...hayat arkadaşı diye... Doğrudan yüreğimle ilgilenen bir sevginin varlığının güzelliğinde kayboluyorum. Beni her bulduğu yerde dinleniyor, yine O'nun kollarında kaybediyorum kendimi. Çocukluğumdan beri yokluğunu hissettiğim bütün o 'sahiplenme' duyguları bir kişide toplanıp bana hediye edilmiş gibi. Böyle birisi elinizden tuttuğunda, hayatın bütün ağırlığını taşıyabilecekmiş gibi hissediyorsunuz. Tabii ki bu noktada en önemli ve öncelikli olması gereken kişi Baba Tanrı oluyor. Ben, en son başımdan geçen 'kötü' bir olay sırasında kendi duygularımın ardınca değil de doğru olanın dediklerini yapmaya gayret gösterince, en vahim durumlarda bile müthiş bir esenlik kapladı içimi. Kalbimin derinliklerinde hissettiğim bu huzur bütün bedenimi sarıyor. Sonra etrafımı sarıyor. Odamı sarıyor. Huzur, heryerde oluyor. Üzerine bir de dünyamın en güzel armağanı Çağdaşım beni sarıp sarmalıyor. Herşey aslında itaat etmekle başlıyor... 

Farkındalık kadar önemsediğim birşey yok hayatımda. Bazen farkında olduğumu sandığım lâkin yanıldığım günler oldu. Sonu yine acı ve hüsran olsada illa ki anlama noktası'na ulaşabilmek için koşturdum durdum. Benim tek bir adımıma karşılık En Yücelerdeki'nin bahşettiklerini saymakla bitiremem. İnsan, kendine güvendikce batar. Fakat yine aynı insan zayıflıklarının farkına varıp bunu itiraf edebildiğinde  ve bunu yaşam tarzı haline getirdiğinde, bütün acılara ve olumsuzluklara rağmen hafif ve güvende hissedecektir kendini. Bunun adı; Lütuf'tur. Yani, biz haketmediğimiz halde bize karşılıksız verilendir. Böyle merhametli bir Tanrı'dan almaya çalışıyorum alabildiğim kadar. Zor olsada, dayanamayacağımı düşündüğüm süreçlerden geçsem de, hayal kırıklıkları yaşasamda, dostum dediğim birilerinin dili kılıç gibi kesmiş olsada halatları...Tanrı'nın kulaklarımı açmasıyla yaşattığı bu farkındalık ve anlayış hepsini delip geçiyor. Bütün boşlukları dolduruyor. Tatmin ediyor. Selamet veriyor. Yeryüzünde yaşayabileceğiniz bütün mutlulukların toplamının iki katı mutluluk yaşatıyor. Kocaman bir gülümseme çiziyor yüzünüze. Ağlarken sevinç çığlıkları atıyorsunuz. Şükrettikce yenileniyorsunuz!

Hayatın ne getireceği belli olmuyor. Hep öyle kalmıyor. Tek bir söz, söylenen bütün sözleri silip süpürebiliyor. Ama bütün bunlara rağmen ne mutlu kendisininde ölümlü ve zayıf biri olduğunu kabul edene. Böylelikle affetmek daha kolay oluyor. Benden size tavsiye :-)

Sonbaharlarım hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. 
Sana aşık olmak çok güzel...

Goncagül "MiniKadın."