Adımlarıma Işık

30 Ekim 2012 Salı

Ardakalan

Ağzı açık, öylece duruyordu yerinde. Ne gelen vardı ne de giden... olamazdı da zaten, biliyordu. Aslında bildiği, ama yine de yüreğine söz geçiremediği o kadar çok gerçek vardı ki. Belki bu yüzden dünya içinde dünya yaratmıştı kendine. İtiraf edemedikleri yüzünden. Yalnızlığı ve geç kalmışlığından. Sebep aramayalı olmuştu hayli zaman. Faydası da olmamıştı gerçi hiçbir zaman... Şimdi bedeni gibi ruhu ve hayalleri de yaşlanmıştı. Ne bekledikleri gelecekti ne de hayalleri gerçekleşecekti.
Ağzı açık öylece duruyordu yerinde. 
Alt dudağı çatlamış, o bile koyvermiş kendi kendine kanıyordu. Ne sileni vardı, ne tükürüğüyle ıslatanı. 
Ağzı açık, öylece duruyordu yerinde. Bedbaht hallerde bakıyordu karşısına. Biri görse, boş bakıyor zannederdi belki ama, o baktığı duvarda neler vardı kimbilir. Ne yaşanmışlıklar ve ne umutlar. Ne pişmanlıklar gizliydi bakışlarında. Elleri üşüyordu. Sırtı üşüyordu. Kimse gelmeyecekti biliyordu. Kapıyı kimse vurmayacak, içeri girmeye çalışmayacak, sormayacak, çünkü soramayacak... Neler gizliydi bu duvarda? Artık ne bir tablo ne de bir fotoğraf asılı değildi oysa. Neden bu kadar mazi kokuyordu o halde... Neden sorgular gibi bakıyordu beklentili bakışlarını...
Ağzı açık, öylece duruyordu yerinde.
Elleri ve sırtı ısınmıyordu, ısınacak gibi de değildi. Hayalleri çatlak dudaklarından damla damla akarken, göz ucuyla aynadaki yansımasına bakmaya cesaret etti. Gözlerinin içine dalacak cesareti yoktu eskisi gibi. Bakışları haritalaşmış yüzüne takıldı... Her bir çizgisinde yolculuğa çıktı, her çizginin sonunda birini bıraktı. Her çizgiye bir damla gözyaşı akıttı. Her gidenin ardından su dökercesine, belki geri döner dercesine...öyle istercesine. Kimse gitmemiş, kimse ölmemiş, kimse terketmemiş gibi. Birazdan biri, çok sevdiği biri kapıya vuracakmış gibi. Öyle delice istedi ki bunu ve öyle yandı ki ciğeri...
Ağzı açık öylece duruyordu yerinde kadın.  Geride kalan olmanın yalnızlığı her gece üzerine batıyordu ve her sabah yine o'nda doğuyordu. Kelimeler zihninde dün ile bugünü birbirine karıştıracak güçteyken o nasıl cümle kuracağını bile unutmuştu. Sahi, konuşmayalı kaç vakit olmuştu...
Ağzı açık, öylece duruyordu kadın. Kadınlığından birhaber, insanlığından birhaber, yalnızlığından ürkmüş, soğuk, ve dilsiz...

23 Ekim 2012 Salı

Kabul Görme

Acaba diyorum kendileri de yoruluyorlar mıdır? 

Hani şu koşup koşup birtürlü bir yere varamayanlar. Hani bir hedef belirleyip ulaşınca yetinemeyenler. Kendi içlerindeki deryanın derinliklerinde boğulurlarken suyu oraya buraya püskürten, ama tatmin olmayanlar. Hani hiç aynaya bakmayanlar, yoruluyorlar mıdır?

Yaklaşık iki üç aydır düşünüyorum düşünüyorum yine ne kadar çok üzerinde duruyorum. Ne kadar çok başkalarının 'nedenlerini' araştırıyorum. Halbuki zaten baştan beri bildiklerini neden sorgular ki insan? Zaten özümsediklerini, alıştıklarını, emin olduklarını ve hatta canlı kanlı görüpte şahit oldukları neden şaşırtır ki? Belki de bunun adı şaşırmaktan ziyade tastiktir. Üstüne basa basa anlamak, altını çizmektir. Etrafta olup bitenlere inat, söylenen şuursuz laflara inat keskin bir meydan okumaktır gidişata. Uymamaktır onlara. Bir kaç kendini bilmezden oluşan o trene binmemektir. 

Kabul koyduk adını. Kabul ettirme çabası. Kendini kanıtlama isteği, doymak bilmeyen ispat çabaları. Birçok kişi gidiyor diye gidilen cafeler. Heryerde etiketlenip, heryerde fotoğraf çekinip, sürekli 'ben de varım' çığlıkları. Peki nereye kadar diye sorduk birbirimize Çağdaşla...İnsanoğlu ne zaman doyuyor? Amacına ulaştığında geriye ne kalıyor? Peki ya ulaşıyor mu? Cidden yalan dünyalarının içinde o kadar güzel parlıyorlar ki... Bir an için insanın inanası geliyor. İnanmak istiyor. Sonra çok geçmeden farkediyorsun aslında uçurumun kenarında durduklarını. Hiçbirşeyin kıymetini bilmediklerini, bilemediklerini. Belki de bu yüzdendir ki saklanıyorlar son model telefonlarının arkasına. Sanırım bu nedenle 'onlardan' olabilmek için bölünüyorlar üçe beşe.
Kabul dedik, öyle başlık attık. Fakat en önce kime ve niçin kabul ettirmek istediklerini bilemedik...

Oysa hepimizin zayıflıkları var. Hepimiz yanlışlar yapıp düzenin kurbanı olduk. Bazen hiçkimseye ihtiyaç duymadan, sadece kendi benliğimizin karanlığında kaybolduk. Ama diyorum; kusmalı içindeki bilinmez karanlığı o farkındalığa eriştiğinde. İtiraf edebilmeli. Rahatlamalı. Onlardan değil de sade ve sadece kendi sahip olduğun ruha sımsıkı sarılabilmenin tadına varmalı doya doya. Özgürce!

Emin olduğumuz şu ki o kalpler hiç bir zaman tatmin olamayacaklar. Tamahkarlıkları devam ettiği sürece iğnenin ucu hep kendilerine batacak. Çünkü özdür önemli olan. 'Onlardan' olmaya çalışırken sonu olmayan saçmalıklarla bezenirken, kendilerinden verdikleri ödünlerden sonra koca bir hiç olarak kalacaklar. Ve bu boşluk, yine yeniden hiç dolmayacak. Doldurana kadar ugraşacaklar...Doldurabilene kadar. Yani, hiçe doğru yolculuktalar. İflah olmayacaklar.

"Bulduğum tek şey: Tanrı insanları doğru yarattı, Oysa onlar hâlâ karmaşık çözümler arıyorlar." ~Vaiz 7:29

Goncagül "Gözlem"


19 Ekim 2012 Cuma

İstanbul

Kaç tane başlık var böyle, kaç yazı...
 
Kaç yaşanmışlık kaç dilde yazıldı bu şehirde...
 
Kaç yüzü tanır, kaç maske taşır...
 
Bu rengarenk gibi görünen tek renkli şehrin deniz suyu tadındaki masalları bile dinlenilir. Beslenirsin her yürekten. Yeni bir hayat öğrenir bir yaşına daha girersin. İstanbul bu; sağı solu belli olmayan ama herkesin aynı istikamete yolculuk ettiği şehir. Kadın şehir. Büyülü ve bazen bir o kadar yalancı.
 
Yorgundur İstanbul kadını. Sancılıdır bazen, yeni hikâyelere gebeyken. Ve fakat doğurduğu hiçbir hikâyenin sonu yoktur. Sürer gider...hiç bitmez. Herkes aynı tatta yaşamaz bu şehri. Farklı güzergâhların değişik kalpleri uzun bir serüvenin ya kurbanı olur, ya alacaklısı ya da hiçbir zaman hiçbir şeye doymayanı.
 
Çöpçüsü de İstanbul kokuyordur, yazarı da. Tinercisi de İstanbuldur, sanatçısı da...
Herkesin İstanbulu içindedir; kendincedir, yüreğine uyarlanmıştır.
 
İstanbuldur bu; bazen bukalemun, bazense bir tokat gibi inen şeffaf koca bir gerçek.
 
Benim İstanbulum demli çay kokuyor. Aşk kokuyor benimkisi.
 
İstanbul içimde, yanımda, hem gerçek hem rüya....
 
Goncagül "Yakamoz"