Adımlarıma Işık

21 Ağustos 2011 Pazar

Nefes Alabilen Ölüler

"Birileri bana mutlu bir hayat yazar mı?"
Céline Kum

Mutlu hayat herkesi mutlu etmeye çalışmaktan başlarmış, ben de yeni öğrendim. Sen mutlu olmasanda olur aslında; birilerini mutlu etmekten zevk duymalısın budur kilit nokta. Olmuyorsa zorla. Çünkü herkesin bencil olduğu bir dünyada, herkesin "el ne der" diye düşündüğü bu saçma sapan sahte dünyada mutluluğun tarifi de böyle bol tuzlu!! Sıkıyorsa mutsuz ol şimdi...

Hevesini kursağında bırakanları öyle uzakta arama. "Biz de senin mutluluğunu istiyoruz" cümleleri altında ezil ve gerçekten öyleymiş gibi buna inan; her ne kadar anlamasanda! Sevmeyi de mutluluğu da ben mi öğreteceğim? Haşa! Tek nedenimiz milletin ağzından çıkanlar değil mi nasıl olsa? yeter ki biryerlerden övgüler gelsin. Yeter ki bir yerler bizleri eleştiremesin. Yeter ki biz buna fırsat vermeyelim. Yeter ki biz, yüeğimizden taşsa bile sırf 'yanlış' sözler duymamak için kısıtlayalım kendimizi. Engelleyelim arzularımızı. Ne önemi var ki sevginin, sevdiğinin? Kalpten dile yansıyan sözcüklerin adı ahlaksızlık konmuşsa diyebileceğimiz ne kaldı?! Kursak hevesle dolar...

Özür dilerim! Yüreğimi zaptedemedim! Özür dilerim! Birilerini rezil ettim! Özür dilerim! Duygularımı yazılarıma döktüm! Paylaştım sevgimi özür dilerim... Özür dilerim! Bu kadar uzaktan sahiplenmek nasıl olabilir bunun yollarını aradım! Özür dilerim, elime yüzüme bulaştırdım, sizi YİNE utandırdım! Kırın nesneleri parçalayın kafamda! Uslanmam nasıl olsa... Nasıl olsa, öfkeni geçtiğinide ve yine kendi köşeizde kendi sevdiklerinizle birlikte gülüştüğünüzde ben parçalanan nesnelerin sivri uçlarıyla kenimi cezalandırabilirim. Nasıl olsa, ben buyum ve beni herkes bilir.

Mutluluğu yazmak mı....

Mutluluğu ne doyasıya, istediğimce, gönlümce, sınırsızca yaşamama izin verirler ne de yazmama.
Olmuyorsa siktiri çekerler. Çünkü kural bu. Bir gece sen ne olduğunu bile anlamadan en sevdiğin varlık tarafından tartaklandığında duyarsın iliklerinde korkuyu da dehşeti de. Meğer aynısı değilmiş yürekte paylaşılan bunu izlersin korku dolu gözlerinle. Naftalinlerin arasına gizlediğin çocukluğunu ortaya çıkarır paramparça oluşunu seyreylersin işte.  Ne genize dolan sigara dumanına yer vardır hayatında, ne ciğerlerini söküp başını döndüren alkole. Yapabileceğin tek şey kendinin bile olmayan odanın kapılarını örtüp karanlıkta diğerlerinin gülüşmelerini dinlemek olur...

Mutluluk mu dedin.

Kendini unutmaktan başlasan iyi edersin...

Goncagül "Gereksiz Öfkeli"

14 Ağustos 2011 Pazar

Paramparça Olmuş Bir Vazoyu Parçalayabilirmisiniz?...

13 ağustos
Saat gece yarısını çoktan geçmiş
Bir telefon notu

Parçalayamazsınız. Paramparça olmuş bir zerreciğin farklı yerlere savrulduğunu anlamanız gerekir.

Hissetmez. Canı acır mı? Acımaz.

Yalnızlık ile dost olmuş birini terk etmek ile tehdit edebilir misiniz? Edemezsiniz. Çünkü bu onu korkutmaz. Ve yabancısı değildir yalnızlığın. Asıl yadırgadığı kalabalıktır, çoktan dibine vurmuştur farkındalığın.





Yüreği avuçta tutup kırılmaması için ürkekce yaklaşırken hayata, vurulduk en olmadık kuytularda.


Sakalındaki aktan ağzımız açık öğütler ve de nasihatler dinlerken hiç oralı olmadık aslında. Hep bir bildiğimiz vardı. Hep biz daha iyisini bildik. Hep güçlüydük. Hep yıkılmazdık. Yıkılsakta çabuk kalkardık. Peki ya şu yerlerde sürünen benim kaybettiğim onurum olabilir mi? Kazanılacak övgüler uğruna paspal ettiğim şu duygular benim mi...Senin mi? Kimin.

Hepimizden biraz var galiba.

Hepimiz biraz aynıyız galiba.

Kusura bakma Baba...

İçinde beslediğin zehiri kusmak gerekir zamanı geldiğinde. Ya kusacaksındır, ya da seni günden güne biraz daha fazla zehirlemesine izin vereceksindir. Yani ya yaşamayı seçersin ya da ölmeyi.

Kendinden çok sevme kimseyi. Kendinden çok sevebilir misin birini? Kendini sev ki, sevebilesin diğerini...

Kıyaslama kendini kimseyle. Sen böylesin işte. Acılarından doğan, ama pisliklerinden arınmasını isteyebilecek kadar da olgunlaşan belki de... Ümitsiz olmamalı kimse.

Kusma vakti. Yaşamak için gerçekleri. Kusma vakti.

Çünkü benim başım en güzel senin göğsüne yakışıyor Sevdiğim.

Goncagül "Gerçek"

7 Ağustos 2011 Pazar

Akordeon Tadında Hayat

Her zaman koştum ben.

Hayallerimin peşinden,

Hedeflerimin peşinden,

Arkadaşlarımın peşinden,

Ailemin peşinden,

Sevginin peşinden,

Masalların peşinden,

Şarkıların ve kitapların peşinden,

Derslerimin peşinden,

Onun-bunun peşinden,

Doğruluğun peşinden,

Solcuların peşinden,

...

Ulaşabilmek için hep bir çaba içinde oldum. Hayallerimi gerçekleştirebilmek için, gerçekleştirebileceğime inandığım hayallerin peşi sıra gittim. Bir kaçı gerçekleşti, diğerleri sırada bekledi. Kimi zaman yoruldum. Kimi zaman vazgeçtim. Pes ettim çoğu zaman... Her pes edişin ardında gülümseyen bir umut vardı. Elinden tutup büyütmemi bekleyen bir umut. Karanlık çökünce ve ben başımı ellerimin arasına alıp kara kara düşününce bile içimde yok olup gitmeyen yaşama sevincinin adını biliyordum. Adını bildiğim ya da adını koyduğum herhangi birşeyi asla unutmayıp yaşatmayı göze aldığım için, yaşattım o sevinci. En dumanlı, en zor, en acı, en bitkin, en perişan, en çaresiz zamanlarda bile yaşattım onu. Kalbim krizin bekçisi olmuştu...

Kimse masum değildi zaten biliyordum lâkin kimseler umurumda değildi. Aynaya bakmaya bile cesaretimin olmadığı günleri anımsıyorum şimdi. Ben miydim o? Yanaklarını yırtarcasına çizip nefes almaya çalışan ve her seferinde acılarından yine yeniden doğan ben miydim? İçinde beslemeye çalıştığı umut sayesinde zarzor inanmaya çalıştığım 'iyileşme' işlemi ne zaman başlayacaktı? İyileşirmiydim, gerçekten umut var mıydı? Yoksa tıkanmış damarlarımda akıtmaya çalıştığım kan çoktan sulanmışmıydı... Yoksa ben çoktan öldüm de, gömen yok muydu...?

Elimi attığım, elimi atmak istediğim hiç bir olay kolay olmadı benim hayatımda. Sırtımı sürekli sıvazlayan bir kaç maneviyatlar haricinde çok aklı selim insanlardan oluşan bir çevrem yoktu. Zaten bir dönem benim aklımın odaları toz ile dolup taştığından, çokca farketmiyordum etrafımda olup bitenleri. Ve hatta kendi iç dünyamın derinliklerinde kıyametin çoktan geldiğini. Yatak döşek hastalıktan ölmek üzere olan ruhumun şifa bulacağına dair olgunlaştırmaya çalıştığım  umudumu gözyaşlarımla suladım. Sürahiler doldu taştı. Hiç büyümedi. Geri geri giden günlerimin yarınları hergünümden farksızdı. Ergenlik doğduğumdan beri alnıma yapışmış bir sivilceydi. Ta ki, Arkasına sığındığım yaşanmışlıkların kimseyi değil, sadece beni yaraladığını görene kadar...

Hep yalnızdım. Destek mi oldu birileri? Hayır. Olduklarını sandılar sadece. Maddiyat mıydı beni ayakta tutacak olan? Değildi, farkında değillerdi. Yaratılışımdan bu yana Tanrı'yı özümseyip sadece O'na, Yüce Yaradan'a bakmak istedim. O'nu yüreğimde saklamak, sadece O'nunla var olmak, sözlerini zihnime ve kalbime işlemek, hayatımın merkezi haline getirmek için uğraştım. Sonra anladım. Tek başına uğraşın, tek başınalığın daha büyük yalnızlıklar ve başarısızlıklar getirdiğini anladım.

Ağzımı kocaman açıp yaşam suyunun hücrelerime dolmasına izin verdim. Ve dedim ki; gücüme güç kat! Dertlerime çare ol! Kendimi tanımamı sağla! Seni tanımama izin ver! Yüreğime istek nakşet.

Ardından koştuğum herşeyin, alnımda boncuk boncuk akan terin kaymağını afiyetle yiyorum. Her zahmetin ödülü vardır. Zahmetsiz ödül, ödül değildir.

Bugün odama meltem yavaşca eserken içeri sızan güneş ışığı içimde besleyip büyüttüğüm kocaman olmuş umudun dudaklarından öpüyor... mutlu ediyor.
Bugün yüreğim sevinçten coşuyor.
Bugün aşkı iliklerime kadar hissediyorum.
Bugün, yaşadığım herşeye şükrediyorum.
Bugün dünyanın en iyi sevgilisi benim... Bugün, yarınlarımdan farklı ve yarınlarım bugünden başka olacak, biliyorum.
Bugün ümitlerimi kalbimi şad eden sevgilimin yüreğinden topluyorum.

Seni çok seviyorum!

Goncagül "Mutlu"