Adımlarıma Işık

29 Nisan 2011 Cuma

Yavrumun Yavrusu

Hassasiyet tamam ama, merhamet dedemden geçmiş bana.

"Dede, ben gelmeden ölme!" demiştim.

Dedem ben gelmeden gitmedi.

**

Girdim odasına. Dağ gibi adam çökmüş çökebildiği kadar. Zayıflamış.

Beni görür görmez yaşlar süzüldü gözlerinden. "Yavrumun yavrusu..." dedi.

Çok güzel tutarım ben gözyaşlarımı. Tuttum. Göğüs kafesim isyan etsede başardım. Oturdum ayağının dibine. Sessiz kaldım. Ne söylenir ki? Ne denir.

**

Dedem gitti bugün.

O'nu son kez görebildim.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Ruhum Ora'lı

Varolduğundan bu yana hep oradan oraya savrulan göçebe ruhum, bir yere ya da birine ait olabilme çabasıyla çırpındı yıllarca. Ait olma duygusunun eksikliğini öylesine derin hissediyordu ki, hatalar yaptı bu yüzden. Ruhu; sığdırmaya çalıştığı limanlara ya çok küçük geldi, yahut büyük. Utanmıyordu, gayet tamâhkardı. Küçük bir hiscik için, koca bir aşk'ı yıkıp geçti farkında olmadan. Sadece eksik olan yerine odaklanarak geride ertelediği, ilgisiz bıraktığı ve görmezden geldiği her hücresinin üzerini özenle kapadı. Fakat bu eksik hissettiği ve bir türlü dolmak, doymak bilmeyen "ait olma" arzusunu üzerinden atabilmeyi başaramadı. Sırtını örtenler önünü unuttu. Önünü kapatanlar, sırtını açık bıraktı. Bunlar hep yanlış limanlardı...

Kimi zaman yorgunluktan gönlünün iskelesinde oturup beklemeyi seçti. Yüreğinin dalgaları dolup taşarken, her vurgun canını yakıp tuzuyla dudaklarının kenarlarına imzasını attı. O, yerinden hiç kıpırdamadı. Elbet ait olduğu yeri bulacaktı. Gelecekti birisi veya...
Şimdi üşüsede ısınacaktı. Acısada öldürmeyecekti. O'nu öldürmeyen, güçlendirecekti. Bütün bunları beynine mıh gibi kazıyıp kendini teselli etti. Yılgınlığa uğradığı zamanlar oldu. Hiç geçmeyeceğini düşündüğü vakitlerin içinde saat ibrelerini yakından inceledi. Her bir saniye tik ve tak'tan ibaretti. Her an duyduğu aynı tik ve aynı tak. Hayatın donduğu, geçmişin bugün gibi yaşandığı ama geleceğin belirsiz olduğu dakikalar yaşadı.

Velhasıl, göçebe ruhum mutlak geliyordu bir yerden. Vardı beslendiği bir kaynak. Yanında olmasa da içinde hissettiği. Göremese de hayalini kurabildiği. Herşeye rağmen ümit ediyordu.

İnsan değilmiş diğerinin yalnızlığına son vermeyi başaran. Bir ses değilmiş duymaya ihtiyacım olan. Birinin yanı değil. Bir erkek değilmiş âşık olup beklediğim. Bir çift göz değilmiş geceden sabaha düşlediğim. Geçmişten kalan bir yaranın izi değilmiş hâlâ kanayan, hiç kapanmayan...
Bir şehir benim aşkım.
Bir şehir hep, her zaman, her an, her dem özlemini çektiğim.
Bir şehir sesini hep duymak istediğim.
Bir şehir, saçlarını okşamak istediğim. Tepeden bakan gözlerinin içine dalıp gülümsediğim. "İşte geldim!" diyebildiğim. Ve de hissedebildiğim! O meşhur ve bir o kadar meçhul ait olma duygusunu... Bulduğum, kaybolduğu kuytuyu.
Bir şehrin ışığı içimi aydınlatan.
Bir şehrin caddesi benim evim. Bir sokağı en kadim dostum. Yere yığılmış bitli köpeği en hatırşinas dinleyenim.
Bu şehrin dalgalarıdır benim yurdum.

Toprağının tozunda bir vefakarlık var.

Koca bir yürek gibi İstanbul'um.

Seven ama aldatan...

Sarılıp en güzel "Hoşgeldin"i çeken ama asla vedalaşamayan...

Goncagül "Yarım"

9 Nisan 2011 Cumartesi

Saza Niye Gelmedin?

Küçükken saymayı ve günleri bu şarkıda söktüm desem kaçınız inanır? İster inanın, ister inanmayın. Parmaklarımla göstere göstere bu şarkıyı çığırırdım evimin her köşesinde. Tabii o zamanlar şarkının sadece haftanın günleri ve sayılarla ilgiliydim. Nereden bilebilirim, admın ciğeri yanmış, beklemiş beklemiş gelmemiş, hatta randevulaşmışlarda kız bunu ekmiş falan. Büyüdükce anladığım bu hazin hikâyeden sonra şarkıyı daha çok sevmeye ve yine aynı çoklukla dinlemeye başladım ahali. Hani vardır ya günde yirmi kere de dinlesen asla bıkmayacağın şarkılar, bu da o hesap benim hayatımda. Her an her dakika her modda dinleyebileceğim şarkılar arasında: Çünkü hatırası vardır. Çocukluğun unutulmaz ve her hatırlandığında içi cız ettiren, yüzde sebepsiz olduğunu düşünsekte içinde bir sürü duygu ve anı barındıran tarzda. Belki de bu şarkı bilinçaltıma öyle bir yerleşmiş ki, ister istemez haftanın en sevdiğim günü cuma oluvermiş. Tamam, bu çok düşük bir olasılık kabul amma ben de nedense randevularımı hep cuma'ya veririm. Mübarek gün vesselam.

Dedemin siyah kocaman bir tape'i vardır biz küçükken. Sanırım attırmadık ve sakladık kendilerini. Ben, ağabeyim ve kuzenim  tape'in peteğinden çıkan melodileri yakalamaya çalışırdık cahil, yok pardon çocuk aklımızla. O petekten İbo'lardan tut Orhan'lara, Orhan'dan tut dayımın gençken arkadaşlarıyla sesini kaydettiği kasetlere kadar binbir çeşit ses çıktı ve biz kulağımızı dayayıp zevkle dinledik. Ailenin tek kızı olduğum için ben de arada kaynadım ve biraz feminenlikten uzak bir damarcı oluverdim haliyle. şikayetci değilim asla. Bir kerecik olsun o günlere dönmek için neler vermezdim şimdi. Demogoji'ye başlamayacağım fakat bilirsiniz işte, insan hep mutluluk duyduğu zamanlara dönmek ister bazen. Bu aralar da öyle aralar. Bir videomuz vardır misal, kolkola vermişiz ağabeyim ben kuzenim, salına salına İbo'dan "Haydi Söyle" parçasını söylüyoruz incecik sesimizle. Ağzımız kulaklarımızda kameraya karşı iş başarıyoruz. En önemlisi, kolkolayız arkadaş. Kolkola!

Hâlâ kolkolamıyız? Yoksa çocukken içgüdüsel olarak ilerisini gerisi hesaplamadan attığımız kollarımızı omuzlarımızdan geri mi çektik? Büyüdükçe anlamamaya mı başladık birbirimizi? Seviyoruz deli gibi, aileyiz biz canız, kanız, lâkin ne oldu? Hangi duygu sevgimizin önüne geçmeyi başardı? Anadan - babadan başka yâr, kardeşten başka dost olmaz demiş birileri zamanında ne de güzel demiş. Nasıl cuk diye oturmuş. Keşke demekten nefret etsemde bunu dedirten hayat'a 'üç güün deeedin, beeğeeş gün deedin...' diye parmağımı gösteresim geliyor, gelmiyor değil. Zaman aşımına uğramaktansa keşke biraz daha elele kolkola olabilseydik. Biraz daha içiçe. Geçen günler yeni yeni türküler öğretseydi bize ve hep bir ağızdan gülücüklerle şenlenseydi gönlümüz.

Kuzenim ufakken keşke'ye kaçke derdi :-) amma gülerdik... Öyle işte.

Ben yarın memlekete kavuşuyorum. Darısı kavuşamayanlara.

Goncagül "Kaçke"

4 Nisan 2011 Pazartesi

Kaşarsız tost ile dost

Bazı zamanlar hiçbir şey eskisi gibi görünmemeye başlar. Herşey anlamını yitirir ve durup düşünürsün. Belki yine içinden çıkamayacağın sorular sorarsın kendine. Böyle anlarda yalnızlığı seçermiş bünye.

Zor günler geçirirken kim dost kim tost anlıyorsun. Hani kaşarsız tost olmadığı gibi, zor gününde sırtını sıvazlayamayandan da dost olmuyormuş. Bunu iyi vakit geçirirken üzerinde durmadığın gibi, "böyle meselelere takılmam" deyip caka satarken etrafına anlayamıyormuşsun. İlla ki yaşamak gerekiyormuş zurnanın zort dediği yerden terbiye edilebilmek için. "Ölümlü dünya, insanoğlu bana ne yapabilir ki?" deyip filozof filozof takılırken o'na buna hiç düşünmüyormuşsun ötesini berisini. Başına gelince arıyormuşsun ancak o sıcak eli, bir çift teselliyi. Kaşarsız tost olamayacağı gibi, kötü zamanlar geçirirken arayıp sormayan dost da olmuyormuş. İnsana koyuyormuş. Zaten avutmayacağını bilirsin hiç bir sözün. Dünyada ki hiç bir cümle yüreğindeki ateşi söndüremez ve teselli de edemez elbet kimse. Ama aranıyormuşsun işte içten içe. İçerliyormuşsun beyninin bir köşesinde. Büzülüyormuşsun en kuytu köşelerinde ve çekiyormuşsun koca bir 'Vay be...'.

Faniliği hatırlatıyor sana. Ölümü hatırlatıyor. Yalnızlığı hatırlatıyor. Aslında hiçkimsenin çokta fifisinde olmadığını hatırlatıyor. Herkesin kendi ego'sunun peşinde son surat koştuğunu hatırlatıyor. Koşup koşup ama yinede biryere varamadığını hatırlatıyor.

İçimden birşey yapmak gelmedi. İçimdeki üzüntüyü sızıntı haline gelene dek bastırıp kendi köşemde olanları izledim sadece. Yeri geldi acı acı gülümsedim olana bitene. Şaşırdım, şaşırmadım değil. Bekledim de. Körlükten terfi ettim. Sağır kulaklarımda duyuyorlar artık. Bu gibi süreçlerde büyüyor insan, olgunlaşıyor biraz daha. Yine "Yapmam" dediğim şeyler geldiler aklıma. Yaptırıyormuş bazı duygular insana. Dua'nın gücünü gördüm. Gerçeklik burnumun dibinde gayet net bir şekilde bana gülümserken yüreğimde uyuyan birilerinin uyandığını hissettim. Yalnızlığımın içinde harbiden ne kadar da yalnız olduğumu gördüm. Üzülmedim. Akşam güneşinin kızılına benzettim kendimi. Nasıl olsa yine doğacaktim. Yine ışık saçacaktım. Yine ısınacak ve ısıtacaktım.

Yalnızlık boyu kendimi dinledim. İlginç keşiflerim varmış hepsini tek tek inceledim. Bir tek kendime ihtiyacım varmış ikna edildim.

Acımı paylaşan herkese teşekkür ederim.

Az kaldı İstanbul...

Goncagül "Suskun"