Adımlarıma Işık

29 Şubat 2012 Çarşamba

Sağduyu


Bir hafta önce küçük meleğimle Prenses ve Kurbağa’yı izlemek için sinemaya gittik. Bu çocuk gittikçe bana benzemeye başlıyor. “O sinema salonunda olayım da hiç bir şey anlamasam da olur…” diyen koca bir kız oldu. Onun sinemaya olan bu ilgisine karşılık biletleri ve yerimizi önceden internetten ayarlayıp filmin Flamanca versiyonuna gittik. Benimle sinemaya gideceği için heyecanlanan, sırf bu yüzden uykusu kaçan miniğimi gördükçe ben de seviniyordum. Benim elimi tutan bu küçük el soğuk moğuk dinlemeden peşime takılmıştı. Filme 30 dakika kala açlıktan öleceğimizi düşündük. Hamburgercide ki sırayı görünce birbirimize bakıp hiç konuşmadan anlaştık. Arkamızı dönüp gittik. Aslımıza uygun biçimde karışık tostumuzu 5 dakikada midemize indirdik. Koştura koştura tekrar sinema salonuna girdik. “şimdi bu kızın yüzündeki koca tebessum sadece filme giriyoruz diye mi?...” diye düşünürken kendi çocukluğum geldi aklıma. Ve evet, çocuk olmak bu aslında. Bu kadar basit, bu kadar değerli, bu kadar küçük ve bir okadar samimi. Mısırsız bir sinema benim için tuzsuz bir deniz olduğu için doğruca abur cubur vadisine ilerledik. “Hadi bakalım. Seç bakalım. İster şekerli ister tuzlu, küçük büyük, bir kova dolusu, nasıl istersen mısırlar seni bekliyor. Ya da istersen şeker de alabiliriz?” diye teklif etmeme rağmen mahçup bir yüz ifadesiyle “Farketmez sen nasıl istersen…” diyecek kadar da kibardı. Böyle günlerde ne hikmetse bütün aksilikler beni bulur ya, filme beş kala kasada ki yeni eleman kaplumbağa kadar yavaştı.
Nihayetinde girmeyi başardığımız salonda film başladı. Yanımdaki prenses ekrandaki prenses ile birleşti. Gözlerini ondan ayıramadı. Elini mısıra daldırdı... ağzını doldurdu... arada sırada çaktırmadan bana baktı... kolasını yudumladı... Bazen onu izlemekten vazgeçip kendi zevkime daldığım anlarda nasıl kahkahalar attığımı farkedince  şaşırdım kendime. Yanımda ki çocuk sayesinde içimdeki çocuğu korkmadan salıp bunu yaşayabildiğim için  keyifleniyordum
Film; paranın, şân - şöhretin ve dış güzelliğinin sevgi karşısında önemini yitirdiğini anlatıyordu.
Son sahnelerine doğru söz konusu bir ateş böceği kötü bir Woodoo’cu tarafından ezildi. Duygulandığıma inanamayarak başımı miniğime çevirdim. İki eli ağzında gözlerinden yaşlar süzülüyordu. O an tarifi mümkün olmayan  bir mutluluk duydum. Onun ağlamasından zevk aldığım için değil. Küçük bir çizgi film karakteri olan ateş böceğine ağlayabildiği için… Böyle duyarlı bir çocuk olduğu için... 
Bu mâsumiyeti kaybetmemesi için dua ettim. İgrençliklerle dolu bir dünyanın içinde büyürken taşlaşacağını ve her duyguyu özgürce yansıtamayacağını düşününce ürperdim. Büyüdükçe saflaşsaydık keşke dedim...
**
Ben bu yazıyı tam iki sene önce, 9 şubat 2010 tarihinde yazmıştım. Bahsettiğim minik büyümeye ve olgunlaşmaya devam ediyor. İnanılmaz derecede sağduyulu bir kız oluyor. Bu yaşımda, dostlarımdan görmediğim anlayışla davranabiliyor. Koskoca insanların yapamadığını yapıp, önyargısı olmadan kendi çizgisinde yürüyebiliyor. İşin en ilginci, kendine bir çizgi çizebiliyor. O yoldan yürüyebilmek için büyüklerini dinlemekten zevk alıyor! 
Bu yazıyı tekrar burada paylaşmamın tek sebebi, bazı kişilere 'insanlığın', tecrübelerle veya 'yaş' ile alakası olmadığını anlatmak istememdir. Kişi evvelâ kendine dönüp bakarsa, çevresinde olan bitene daha 'insancıl' yaklaşabilir. 
Herşeyin bir adabı vardır. Konuşmanın, uyarmanın, dinlemenin, her davranışın. Niyetler belli olur sonunda.
Sen ne kadar doğrusun ki bir başkasının yanlışını gözetesin? "Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği farketmezsin? Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, ‹İzin ver, gözündeki çöpü çıkarayım› dersin? Seni ikiyüzlü! Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün." ~ Matta 7:3-5
Fazla yazmak istemiyorum bu konu ile ilgili. En yakın arkadaşımla   - haklı olduğum - bir tartışmanın sonucunda bile Tanrı bana şunu öğretti; hepimiz et ve kemikten oluşan hata yapmaya hazır varlıklarız. Ve kusursuz bir kişi bile yok! Benim birini affetmem kendime yaptığım iyilik olur. Ve herşeyden önce kendi yüreğimle ilgilenip kendi kendimden sorumlu olmam önce benim,  sonra da çevrem için daha yararlı olur. 
Bu böyle uzar da uzar...
Herkese iyi ve mutlu olmayı diliyorum.
Goncagül “Iyi ve Mutlu”

23 Şubat 2012 Perşembe

Ve Kadın Uyandı


Ben Mazhar Alanson dinlerken yolculuğa çıkıyorum.

Bu sabah içimde bir kadın var. 
Büyümüş, ya da hep büyüktü. 
Bu sabah içimdeki kadın uyandı
Bu kadın çok olgun ve sakin. Yani benim çoğu zaman yapamadığımı yapıyor. 
Bu kadın, içimdeki kızçocuğuna annelik ediyor. Yatıştırıyor onu. Seviyor, okşuyor. Zaman zaman “geçecek, üzülme…” diyor.  

Ben çay içerim, kahveden pek haz etmem. Dışarısı yağmurlu ve karanlık. Ofiste limonlu çaydan başka çay olmadığından kahveye talimim. Kahveyi de oldum olası bitiremeyip sonunu buz gibi içmek zorunda olduğum için derinlemesine bir çözüm buldum. Latte Macchiato içiyorum. Soğusada içiliyor, acısada öldürmüyor. 

Kulağımda Bir Zamanlar Fırtınalar diyor Mazhar abi. Üzerimdede müthiş bir yorgunluk var ama;

Bu sabah, böyle bir ruh halinde olacağım ve dahi gün gelir de böyle bir yazı yazacağım aklıma gelmezdi. Aklıma gelmeyen birçok durumu yaşamam gibi. Alışıyor insan başından geçenlere. Mutlulukların ve hüzünlerin kardeşliğine inanmaya başlıyor. Kardeşce kendi yollarında yürüyebildiklerine inanıyor. 

Supermen, supermen olmak lazım bazen. 

Bu sabah içimdeki kadın ile tanıştım. Üzerine yağan yağmurlarda boğulmak yerine yüzmeyi seçip karaya çıkmak için yılmadan kulaç atan  güçlü bir kadın. Bu kadın istikrarlı. Olumsuzluğun içerisinde kaybolmuyor. Oturup dizlerini dövmüyor.  Çözümleri bilmiyor, çareyi bulamıyor belki ama; inancını hiç kaybetmiyor. Sakince oturup beklemesini ve Yaradana bütün kalbiyle umut bağlamayi biliyor. Bunu, yine O’nun yardımıyla yapabildiğini de biliyor. Ancak bu kadar zayıfken bu güce erişebileceğinin farkında olacak kadar da alçakgönüllü bir kadın. 

Yorgunluklarım, hüzünlerim alt edemedi beni bu sabah. Ortam gayet iyi hazırlanmış oysa. Hava yağmurlu ve karanlık.  İzin vermiyor kadın. “Ben üstüne çıkar, ayaklarımla ezerim” diyor. Ben de izin veriyorum… gülümsüyoruz, beraberce eziyoruz! Ezdikce hayat doluyor içime. Derin nefes alabiliyorum.

Şükrediyorum bugünüme! 
Şükrediyorum yağan yağmura, karanlığa…
Şükrediyorum ailem için!

Şükrediyorum Sevgilim için!

Şükrediyorum Mazhar abi için! Benim hâlâ umudum var, hep olacak, olmalı dediği için!
Şükrediyorum içimdeki kadına!

Şükrediyorum; endişelerimin, korkularımın ve karamsarlıklarımın beni boğmasına izin vermeyen Her Şeye Gücü Yeten’ime!

Eyvallah dersin, geçer gider…

Sana bir sır vereyim,

İçten içe bu kadının uyanmasından korkmuşum ben. Sanmışım ki, bu kadın uyanırsa özenle beslediğim kızçocuğu ölür gider. Yerini bu kadın alır ve ben çocuksu mutluluğumu satmış olurum.
Şimdi sana bir sır daha vereyim; o kadını uyandır. O kadın, o kızçocuğunun yansımasıdır. Onu öldürmeyecek, yerini almayacak, yok saymayacaktır. O kadını uyandır. Uyandır ki, hayat kızçocuğunu savunmasız yakaladığında onu sarıp sarmalayacak, hayat nefesini üfleyecek biri olsun.

Bu yazıyı okuyan bütün küçük kadınlara armağanım olsun.

İçindeki kadını uyandır. Korkma! korkma savaşmaktan... hislerinle savaş. Düşüncelerinle savaşÇözüm üretmene gerek yok. Çaresiz hissettiğinde sabırlı ol. Korkma bundan. Kolayı seçme. Kadını uyandır. Annen gibi olan kadını. Güçlü ol. Güçlü olmak seni değiştirmez. Sana aslında senin kim olduğunu öğretir...

Goncagül “KüçüKadın”