Adımlarıma Işık

30 Mart 2012 Cuma

Teşekkürler!

Anlatabilmeyi çok isterdim...

Tarif edebileyim bu mutluluğu...

Edebileyim ki bütün korkanlara inat nasıl muhteşem bir duygu olduğunu anlasın herkes. 

Fakat mümkün değil. Ne kıyaslanır, ne de benzetilir. Herkesinki kendine göredir. Her aşk eşsiz ve harika. 

Tanrı'nın eli öylesine hissediliyor ki hayatımda... Okadar ulu ve Yüce ki! Haketmediğim halde bana yaşattığı mutlulukların hesabı yok. Hiç layık olmadığım halde yüzüme kapatılan kapıları bir bir açan görkeminin, kuvvetinin, sevgisinin ve son bulmayan merhametinin yanında minnettarlığımdan başka hiç bir şeyim yok. Bu benzersiz Sevgisinin karşısında çırılçıplak; olduğum gibi, hatalarımla çaresiz ve zayıf bir haldeyken beni güçlendirenin aracılığıyla herşeyi yapabildim...

Çünkü kötü olan beni hep suçladı. Yalanları son bulmadı. Yeri geldi geçmiş yaraların kabuğunu söküp önümüze attı. Tanrı'nın affedip denizin dibine attığı pişmanlıklarımı ısıtıp önüme koydu. Yedirip zehirledi. Doğrulukla vurdu. Adaletle aldattı. 

Lâkin...
Bunların çok üstünde olan Baba Tanrı'm yılanın başını çoktan ezmişti. Yine lutfetti. 


Kirli avuçlarımı göğe kaldırıp yakardığımda beni duydu. 

Evet hayat acımasız. Evet insanoğlu hata yapmaya mâhkum ve güçsüzdür. Ellerimiz kirlidir. Gözlerimiz körelebilir. Kulaklarımız sağırlaşabilir. Bir piyon misali oynatılabiliriz. Çok yaralanabilir, hayata küsebiliriz. Ama o Sevgi ki her defasında karşılıksız verilen... o Umut ki hiç bir yerde, hiç kimsede olmayan! o Güç ki herşeyin üstesinden gelen... O'nun kollarına bıraktığında kendini; insan aklına bel bağlamadan, gurur yapmadan, kötüye kulak asmadan, önüne çıkana aldırmadan, olduğun gibi! İşte o zaman körelen gözler Tanrı'nın  bereketlerini görmeye başlar. Sağırlaşan kulaklar O'nun sesini duyar.

O herşeyden üstün...

Önce bu güzellikleri yasatıp beni sımsıkı saran Baba Tanrı'ma;

Sonra da  harika bir gün hazırlayıp nikahımızı unutulmaz kılan Sevgilime TEŞEKKÜR EDİYORUM!

Goncagül "Pearl"






14 Mart 2012 Çarşamba

Son Yolculuk

Ellen mavi gözlerini açar açmaz annesinin gözleriyle buluştu. Dokuz aylık hasret bitmişti. Artık annesinin kollarında güvendeydi. Babası gibi sarışındı. Altın sarısı saçları neredeyse görünmeyecek kadar beyazdı. Ellen'i kollarına alan anne, bebeğinin yüzünü izlerken çektiği o dayanılmaz sancıyı çoktan unutmuştu. Yüzündeki tebessüme engel olamıyordu. Gözlerinden süzülen sevinç gözyaşlarını silen baba, hayatındaki en önemli iki kadına bakarken endişelenmişti. Başarabilecek miydi? Karısının şimdiye deyin hiçbir şikayeti olmamıştı; peki kızına iyi bir baba olabilecek miydi? Doğum odasını saran düşünceleri, en az onlar kadar mutlu görünen kısa boylu esmer hemşire bozdu. "Kızınız gayet sağlıklı!"... dedi bozuk aksağanıyla.

Ellen beline uzanan saçlarını annesine ördürmeyi çok seviyordu. O sabah, ilk kez okula gidip yeni arkadaşlarıyla tanışacağı için oldukca heyecanlıydı. Bir hafta önce seçmekte zorlandığı okul çantasını nihayet bulmuştu. Açık mavi çantasını sırtına taktı. Hayat dolu gözlerle annesini süzerken içten içe onunda yanında olmasını istiyordu. Bunu annesine söyleyemeyecek kadar gururlu olan Ellen, annesinin elinden tutup koşar adımlarla yola koyuldu. Anne, belli etmemeye çalışarak üzgün ifadesini yüzünden sildi ve kızını herzamanki gibi koklayarak öptü. Yavrusunun ilk okul deneyiminde  yanında olmak için çıldırıyordu. Ya düşerse diye düşündü... ya kavga ederse... ya öğretmeni gereken ilgiyi gösteremezse?...



Yıllar yılları kovalıyor, Ellen büyüyordu. Baba, bu hıza inanamıyordu. Kızı kocaman olmuştu. Babalık endişelerinin yerini başka korkular almıştı
Küçük kız birtanecik aşkı olan babasına tarifi olmayan bir hayranlık duyuyordu. Annesinden bile kıskandığı babasıyla paylaştığı o kadar çok şey vardı ki... Babasına benzeyen burnunu ve gözlerini en çok bu yüzden seviyordu... 



Ellen artık oniki yaşında. İlk kez saçlarını bu kadar kısa kestirdi. Babası bu duruma biraz bozuldu. Ensesinde olan altın saçları, Amélie Poulain'i andırıyordu. İşte bunu seviyordu. 
Anne telaşla, Ellen'in bavulunu bir boşaltıp bir doldururken emin olamıyordu. Dün gece internetten İsviçre hava durumuna defalarca göz atmasına rağmen içi bir türlü rahat etmiyordu. Önce kalın kazaklarla doldurdu. Sonra yine boşalttı. Ellen, artık çocuk olmadığını söyleyerek pembe pijamalarının yerine mavi çizgili şortunu soktu bavuluna. Anne umursamamış gibi görünerek, belli etmeden pembe pijamalarını özenle katlayıp en üste koydu. Ellen, üşümemeliydi...

Akşam sekize doğru bütün arkadaşlarıyla aynı yerde buluşan Ellen'in heyecanı doruklardaydı. Evden çıkmadan defalarca etrafını kontrol eden annenin aklında sürekli birşeyler unutup unutmadığı sorusu vardı.
Baba, Ellen'in çevresinde gezen erkek çocuklarını tek tek dikizlerken somurttuğunun farkında bile değildi... Bunu farkeden Ellen, gülümseyerek babasına doğru koştu. Sımsıkı sarıldı... İki yanağını da öperek "Beni merak etmene gerek yok Baba. Ben büyüdüm!" dedi kulağına usulca... Güvenli kollarıyla sıkıca sarılan babanın yüreği ikna olacağa benzemiyordu. Biraz ilerde bağıran ögretmenin sesiyle sıçradılar yerlerinden. Vakit gelmişti. Sevinçle toplanan öğrenciler son kez velileriyle vedalaşıyorlardı. Ellen, ilk kez ayrılıyordu babasından. Annesinin gözyaşlarını  görmezden gelerek bir kez daha sarıldı boynuna. Babasını son bir defa öptü. Otobuse bindi...

Ellen ve arkadaşları yol boyu okulda öğrendikleri bütün şarkıları söylediler.

Sonra bir şey oldu...

Anlayamadılar.

Bir ses duyuldu.
Ellen'in içinden sıcak bir sıvı aktı.
Nefes alamıyordu.
Gün birden karardı.

Ellen'in kulağında, babasınıher pazar sabahı pianosunda çaldığı melodi vardı.
"Ama babam yok..." diye düşündü.
Yaşanmış ve henüz yaşanmamış sahneler belirdi gözlerinin önünde. 
İki yıl önce gittikleri çiftlikte dedesinin hediye ettiği kısrak...Babasıyla 10 saat havuzdan çıkmadığı için buruşan ellerine dakikalarca güldüğü o unutulmaz akşamüzeri... Annesiyle birlikte hazırladığı ilk çilekli pastanın tadı...Sınıfa yeni gelen Mathieu'nun gözleri...Deli gibi sahip olmak istediği mavi keman... Sertliğinden korktuğu öğretmeni...Henüz gitmediğİsviçre'nin bembeyaz kar'ı... En yakın arkadaşı Charlotte'un sırrı... 

Bir sorun vardı.
Ellen, uçuyor gibiydi.
Biraz canı yanıyordu.
Ama iyi hissediyordu...
Sadece biraz, acı veriyordu...
Galiba biraz da, üşüyordu...

***

Bugün Belçika yas'ta. 
Dün akşam saat dokuzu çeyrek geçe kalkan Belçika otobusu İsviçre yolunda kaza yaptı. Öğrencilerle dolu olan otobuste ölen 28 kişinin 22 tanesi henüz 12 yaşında çocuktu. Diğerleri ağır yaralı  olarak yoğun bakımda. Kimisi de, tanınmayacak kadar kötü durumda. 
Bugün yutkunmakta zorlanıyorum...


5 Mart 2012 Pazartesi

Yapabilirim!

Ben Mart'ın sonuna kadar çekiliyorum :-)

İstanbul'dan dönünce mutluluğumu paylaşacağım.
İstanbul'dan dönünce bambaşka bir Goncagül olacağım. 

O zamana kadar yazmamaya çalışarak rekor kırmak istiyorum; zaten bu ara çok konuştum ben. Çokta yorgunum. Uykusuzluk desen beni perişan etti. Uyusamda düşüncelerden paydos etmeyen beynim sürekli yorgun. Sanki bir mecburiyetim varmış gibi yazmadan da edemiyorum. Arşivimin dolu olduğu yetmezmiş gibi notlar, unutmamak için oraya buraya yazdığım başlıklar hatta telefon notları da cabası. Hastalık gibi diyorum, boşuna demiyorum. 
Şarj olmam lazım. Kelime toplamam lazım. Telaştan ertelediğim kitaplarıma baktıkca vicdan azabı çekiyorum. Şaka değil! Gerçekten üstüste okunmamış kitaplarımı gördüğüm zaman uzun uzun bakıyor gözlerimi alamıyorum! Ki bu kitapların evimde oluşu Nisanda tam bir sene oluyor. Gerisi zaten bir iç cızlaması, bir azap, bir işkence ki sorma gitsin... Sanırım bu ay'ın sonuna kadar da bu böyle devam edecek. Bu tatlı heyecanım gün geçtikce artarken dikkatimi başka işlere vermem mümkün olmuyor. 

Öyle işte.

Susmak lazım biraz.

Nisanda görüşmek üzere!

Goncagül "Heyecanlı"

2 Mart 2012 Cuma

Yeniliğin Getirdiği


Kendimden bahsedeceğim. Ona gore kapatıp gidebilirsin.

Biraz duygusalım bugün. 

Hayır.

Biraz duygusalım bugünlerde. Duygularımı en uç noktada yaşıyorum. Hep hassas bir yapıya sahip oldum, ama bu başka türlü bir duygusallık. Kontrol edemiyorum. Veya etmek istemiyorum demek daha doğru olur. Sevincide doruklarda yaşıyorum, hüzünleride. Ne ruhum, ne de zihnim başkalarının hayatlarına sevinip üzülmeden edemedi. Yapım bu. Elimde olmuyor bazen. Gerçekten… 
Çok mu fazla ‘onlarin’ yerine koyuyorum kendimi? Yoksa içimde bitmek tükenmek bilmeyen bu merhamet duygusunun günbegün artmasından dolayımıdır, bilemiyorum. Belki de kendime itiraf edemediklerim listesinde yer alıyordur bunun da sebebi. Belki ben böyle olmak istediğim için böyleyimdir. Ve belki de taşlaşmaktan korkuyorumdur… 
Birşeyleri dengelemekte esastır oysa ki. Sahte değildir ki? Fakat bu ara bunu yapamıyorum işte. Geldiği gibi yaşıyorum. Ağlamak lazım geliyorsa ağlıyorum. Gülmek lazım geliyorsa, gülüyorum. Denetlemiyorum. Denetleyemiyorum. Ellerimi O'nun avuçlarına bırakıyorum. Sırtımı göğsüne yaslıyorum. 

Kalbinin vuruşundan anlıyorum; bittiğim yerde o başlıyor. Bittiği yerde ben başlıyorum...


Yeni, yepyeni bir hayata doğuyorum. Böyle bir mutluluk yok. Şu yaşıma kadar aldığım bütün hazları ikiye dörde katlar içimde büyüyen sevinç. Güven duygusu hiç bu kadar sarmamıştı benliğimi. İlk defa, yenilik beni korkutmuyor. Alışkanlıklarımdan vazgeçmek koymuyor. Sorumluluk daha hafif geliyor. Korkacak birşey yok diyor. Kadınlığımla tanışalı beri bir kuvvet aldı beni. Dünyaya tepeden bakıyor gibiyim. Ya da bu sadece benim geçen her ay adım adım, özenle inşa ettiğim kabuğumdan görünen manzaramdır. 
Değiştim. Dönüştüm. Büyüdüm ve büyümeye devam ediyorum. Şimdi sırtımı tamamen dikleştirme zamanı. Dik durma zamanı. Dik durabilme zamanı

Şimdi evimizdeki kek kokusunu, içimizdeki aşkı, birbirimize olan sonsuz güveni bâki tutma zamanı.

Birileri ölürken, birileri doğuyor.
Birileri boşanırken, birileri evleniyor.





Ve...

Meğer ne çok hata yapmışım. Ne de yanlış tanımısım. Nasıl da yanıltıcı bir pencereden bakmışım bazen. İnsanların kalleşliğine burkulmaya devam ediyorum. Lâkin dedim ya, bizim kabuğumuz kek kokuyor. Bizim içimizde aşk var. Bizim lüksümüz altımızdaki araba değil; Göksel Babamız. Biz o kabuğumuzun içindeki huzuru koruyabildikce varız. Biz esenliğimizi ucuza satmadıkca var oluruz. Yanlışlara kırılsamda ömrümün sonuna kadar bakmak istediğim o bir çift gözdür en büyük mutluluğum. 

Gerisi boş...


Günler sayılı

Az kaldı.

Hayat aynı. İnsanlar değişken. 

Size görünen bizim kabuğumuz olsun. 

Biz birbirimizin incisiyiz. Sadece birbirimizin görebileceği, değerli incileriz. 

Goncagül "İncisi"