İyi halt
edeceğiz.
Halbuki unutabilsek;
unutmayı da
geçtim artık
affedebilsek!
Bilsek ki; bir ‘özür’ yetmeyecek.
Bilsek ki; bir ‘özür’ün samimi olup olmadığını
anlamayacağız zaten.
Artık birsürü
insanın aslında bizimle aynı düşüncede birleştiğinin bilincinde olsak ve bu bize yetse!
Gidenin geri
gelmediğini ve
hiçbir özürün de geri getirmeyeceğini anlasak!
Her yıl 24 nisanlarda ‘Ermeni Soykırım’ını hatırlamak, gerçekten milletimizi
sahiplendiğimiz
anlamına mı geliyor? Sorsan Ermenistanın E’sini bilmeyen Ermenilerin hepsinin
canı çok yanıyor ama, kendi içimizde bile birlik
olmayı maalesef başaramamış bir halkız biz. Her sene 24 nisanda anıtlarda, kiliselerde, derneklerde ve
evimizde 97 yıl
öncesini hatırlamanın bize hiçbir faydası yok!
Bugün o
vakitler soykırımı canlı kanlı yaşayan atalarımız bile suspus olup ‘ille de soykirim!’
demiyor! Fakat sadece büyüklerimizden dinlediğimiz acılarımızı üstlenip bu acıyı yayan ve büyüten, en sonunda da düşman kesilen bizleriz!
Altı sene önce Brüksel Sahakyan Ermeni Derneği’nde her Cumartesi sabahı, ah vah etmeden kalkıp Ermeniceyi ve tarihini öğrenmeye giderdim. Birçok gerçekle
daha yakından
yüzleştigim
gibi, Ermenicenin ne kadar zengin ve güzel bir dil olduğunu da o dernekte öğrendim. Tarih anlatıldıkca ve yüreğime bir bıçak gibi saplanmaya başladıkca taşlaştığımı ve en sonunda da Türk milletine
neredeyse tavır aldığımı hissettim!
O gün
anladım; Sen çocuklarını bu zihniyet ile yalan veya doğru kendi tarihinle yoğururken onu bir ırkçı olarak büyütüyorsun. Oysa ki tarihin
amacı, geçmişte yapılan yanlışların bugün tekrarlanmaması için toplumu bilinçlendirmektir
birnevi! Yaşananların sebepleri ve sonuçlarını inceleyerek insanlığımızı geliştirmeye faydalı olan bir bilimdir bana göre. İnsancıl
bulmadığımız için,
“Katliamların hiçbir
sebebi olamaz!” desek de, her düşüncenin kendine özgü bir sebebi mutlaka vardır! Doğru olup olmadığına karar vermek ise tamamen kendi özgür irademize bağlıdır. Tabii eğer babalarımızın
bizlere anlattıklarını birde kendimiz sorgulayabilme
cesaretine sahipsek!
Bu yüzdendir ki, tarihi ‘olduğu gibi anlatmak’ ta yürek işidir kanımca.
Biz kendi
içimizde birlik olmakta zorlanırken ve “Sen Ermenistan Ermenisi ben ise Türk
Ermenisiyim” deyip ayırımcılık yaparsan, kimse seni dikkate almaz bu bir.
1915’te kendini
bilmezler yüzünden yapılan soykırımı bütün Türk milletine yüklersen, bu senin dar
görüşlüğündendir bu da iki.
Yapılanları affetmek kolay değildir lâkin özgür olabilmenin başka yolu yoktur.
**
Malatya
Zirve Yayınevi Katliamı’nın beşinci yildönümü. Suzanne Geske’nin, kocasının katillerini nasıl
affettiğini okurken çok duygulandım. Suzanne ve çocukları, kocası Tilman Geske’nin
katillerine ‘çocuklar’ diye hitap ediyorlar. “Kocasının boğazını kesenlere dua
edecek, intikamı zaaflarla dolu insana
degil Tanrı’ya emanet edecek kadar ‘öte dünyadan.” diyor Berrin Karakaş. (röportajın tamamını okumak
için tıkla)
Bugün hâlâ,
özellikle Türkiye’de ki Hristiyanların bu tarz tehditler altında olması tüyler
ürpertici. Katliam kurbanı olan Suzanne Geske, kocasının
katillerini gerçek bir Mesih İnanlısı olduğu için affedebildi. Tanrı sözünü
yaşamına geçirip insanlara göstererek büyük bir zafer kazandı.
Affedebilmek
için insanları anlamak gerekmiyor. Bu eylem kişinin kendisi için yararlıdır.
Ben Ermeni olmaktan
ve Türkiye gibi mükemmel bir ülkenin ‘vatandaş’ı olmaktan dolayı gurur duyuyorum.
Son olarak
Hrant Dink’in ölmeden önce yaptığı bir röportajı paylaşarak son noktayı koymak istiyorum.
Ne mutlu
insanım diyene.
Goncagül “Gavur”