Adımlarıma Işık

18 Nisan 2012 Çarşamba

Sesler...


Korkutabilirler…

Bazen bir çıtırdı, bir ses tonu, bir ayak sesi, bir kapı zili, hatta bir şarkı bile…

Korkutur seni.

Çok sevdiğin birinden çok acı sözler duymak korkutur. Ağlayan bir bebeğin sesi korkutur. Bir ihtiyarın ölmeden bir kaç dakika önce gördükleri, korkutur. Ani sesler korkutur.

Bir hastahane odasındaki hastabaşı monitörünün bipleyen sesi korkutur…

Son dört yılda vedanın ne demek olduğunu anladım. Gidenin geri gelmediği vedalar. Veda edemeden gidenlerin ardından bakakalmalar. Yahut tam veda edecekken geç kalmışlıklar. 
Fırsatım olduğunda ise içimden geldiği gibi veda edemedim hiç. Öpüp koklamak, doya doya sarılmak ve “gittiğin yer güzel, sakın korkma tamam mi!” diyemedim. Ellerini öpüp başıma koyamadım. “Seni çok seviyorum…” diyemedim. Ben ki kendimi bildim bileli fiziksel temasın delisi olmuş sevgimi en iyi bu şekilde göstermişim, ben ki birine ‘çok sevdiğini’ söylemenin ne kadar önemli olduğunun bilincine varmışım… hiç istediğim gibi veda edemedim. “Sen gözlerini korkmadan kapatabilirsin, yanındayim. Gidene kadar da burada olacağım.” diyemedim. Hiçbir zaman hayatımdaki değerini anlatamadım! Hani ben anlatmayı çok severim ya, hani sevgimi çok belli ederim ya! Gidenlerin ardından bakmasını bile beceremedim… Ben gidenlere, İyi ki doğdun!” diyemedim.


Çünkü kendi sesimin çatlaklığından korktum…

Çatlak sesimden su sızacaktı. Akıp gidecekti. Akmamalıydı. Vedamız sular altında kalırsa, biz bu vedanın içinde boğulabilirdik! Boğulmamalıydık. Giden, beni böyle görmemeliydi…

Eniştem gitti. Dört yildir üstüste yaşadığım kayıpların acısına alıştı bünyem. Boğazıma dolan acıyı yutmak, kulaklarımdaki uğultuyu duymamazlıktan gelmek zor değil artık. Bu uğultu korkutuyor… Sonsuzluğa gitmenin nesi kötü diye sorarken aslında biz kalanların o ‘uyuyanlar’dan daha ölü olduğumuzu farkediyorum o anda. Hatta belki de yıllarca… ölen biz oluyoruz.

Bir daha hiç ‘o ses’i duymayacak olmak bizi hergün öldürebiliyor. Kıyafetini koklamak öldürüyor. Bir yerde fotoğrafına rastlamak, öldürüyor. Telesekretere bıraktığı mesajı defalarca dinlemek, defalarca öldürüyor. Giderken söylediklerini hatırlamak öldürüyor. Söyleyemediklerinin hayalini kurmak öldürüyor…

Onlar bir defa ölürlerken, biz birçok defa ölebiliyoruz arkalarından.

Ben sessizlikten korkar(d)ım.

Ta ki dün akşamüzeri halamızı arayana dek…

Telefona bir bayan çıktı. Sesinden kim olduğunu çıkaramadık. Kadın telaşlıydı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Telefondaki sesin sahibini tanımaya çalışırken, aklından geçenler kurması gereken cümleleri etkiliyor ve engelliyordu. Kekeliyordu bu yüzden. Kadın korkuyordu. Duyduğu seslerden, evin içinde ki gürültüden ve birilerinin sessizliğinden korkuyordu.

Telefondaki bayanin sesine ve söylediklerine odaklanamadım. Fonda, daha önce filmlerde "sadece senaryo" deyip kendimi rahatlattığım bir ses duyuyordum.

Acı bir ses…

Ne söylediği belli olmayan ve bağıran bir ses…

Yaşadığım en sessiz sessizliklerin korkusunu solda sıfır bırakacak bir ses!

Ağıt mı

Yas mı?

Ne bunun adı

Birinin canından can gitmiş. Biri hayatı nasıl sırtlayacağını bilmediği için bağırıyor. Aşkı tattıran o yegane insanı kaybetmiş olmanın acısından nasıl kurtulacağını bilmiyor! çareyi ne ağlamakta buluyor, ne sessizlikte ne de yalnız kalmakta. Biri, çaresiz. 

Anladım… halamdı.

Eniştem aşk dolu neşeli bir insandı

Şimdi ardından helvalar kavrulsun, bütün ölmüşlerin canına deysin ve hatta kırk gün boyunca çıt çıkmasın!

Gelenekler yerine getirilsin. Aman laf olmasın…

Ne farkeder?

Oysa fırsat varken sarılmalı sevdiğine!

Zira o korkunç sesi dinlerken bile hissedip yapmak istediğim, sevdiğime sımsıkı sarılmaktı.

Sana bulunduğum yerden ince belli çay bardağında rakı kaldırıyorum Kirkor enişte… gelip son bir kez göremediğim için özür diliyorum. "Bak, sana damat getirdim!" diyemediğim için özür diliyorum. Ben en çok bunun hayalini kurdum biliyor musun? Cünkü görmeliydin. Tanımalıydın. Üzgünüm son nasihatlerini dinleyemediğim için. Bunları hiç bilmeyeceksin biliyorum. Ben senden daha çok öleceğim için kendimi avutuyorum.

Ve sonra... fotoğrafını her gördügümde...ailece toplanıp adının geçecegi her an da... çocuklarım hikâyelerini duyup 'o kim?' diye sorduğunda...kendimizi avutacağız.


İyi uykular…

Goncagül “ardakalan”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!