Börekler,
çörekler, kurabiyeler ve en önemlisi ya çok salçalı ya da az salçalı olup
birtürlü tutturulamayan kısırlı beş çayı muhabbetleri, hiçbir zaman saat beşte
başlamazdı. Annemin herdaim bir gün öncesinden hazırladığı açmalar pastalar,
günü geldiğinde sadece servis edilmeyi beklerdi. Telaşımız hatunların ikram ettiklerimizi beğenecekler mi sorusundan çok, günü kazasız belasız ve mümkünse az kayıp ile çarçabuk atlatmak olurdu. Böyle çay’a gelenlerin genelde evsahibi ile yaşı tutmaz,
konuştuğu konu tutmaz, dili tutmaz, gözü tutmaz, hiç biryeri tutmadan yer içer
kalkar ve giderlerdi. Onların ardından bizim aklımızda kalanlar ise neredeyse
bitmek tükenmek bilmeyen bağırış ve çağırışlar, bol dedikodular ve aslında
hiçte samimi olmadıkları halde hâlihazırda iltifat yağmurlarına tutulmaktı.
Riyakarlığı ilk böyle öğrendim. Hiçbir zaman saat beşte başlamayan beş çaylarında.
Her sene en
az iki kere geldiği evin kızı doğal olarak büyüyor ve de gelişiyor olsa da,
bunu anormalmiş gibi yansıtarak ve sanki sadece bizim başımıza gelen doğaüstü
bir mükemmeliyet olarak aksettirmeleri, komikti. Karşılarında bozmamak için
gülümseyip içten içe politikasına şeker atıp kibarca teşekkür ederken, her geçen
yıl biraz daha keskinleşerek yalancılığına ortak olmadığımızı göstermek
istedik. Olmadı. Zira farkındalığımızın farkında olsalar bile
farketmemiş gibi aptala yatmak onları yüce kıldı. Yemedik.
Milleti çekiştirirken derdi tasayı unutan hatunların geriye
kalan yarım saat boyunca vücut ağrılarını; bırakın hal hatır sormayı,
bayramlarda seyranlarda bile ziyaretine gelmeyen evlatlarının hayırsızlığını;
el bebek gül bebek büyüttüğü torunları tarafından artık adam yerine
konmadıklarını; eskiden ne kadar hünerli olduklarını lâkin artık kolesterolün
kurbanı olduklarını; bütün üslupsuz ev kadınları gibi gayet üslupsuz televizyon dizilerinin tekrarını bile izlediklerini böbürlene böbürlene, ahlaya
ahlaya anlattıklarını can kulağı ile dinleyip biraz daha soğuduk, börekten ve
de çörekten.
Doyumsuzluğu, kalleşliği ve bencilliği de bu hatunların
savurduğu saçmalardan öğrendim.
Sonra büyüdüm. Yerim artık öyle ya da böyle yanlarında
oturup bu sohbetleri dinlemek zorunda olduğum beş çayları değil. Yani haliyle ben
istemedikçe hiçbir ortamda zorla tutulmuyorum. Ama yukarıda saydığım içi boş kabukların sadece beş çaylarında hortlamadıklarını görüyorum. Onlar heryerdeler! Elinde bir şampanya kadehi ile kokteyldeler. Bir after party’de dans etmekteler. Çok modern
bir şirketi yönetmekteler. Sınıfta en öndeler. Valeler kraliçeler…
Başımızı nereye
vursak çatlayıp kırılan biz oluruz vesselam.
Kaçamazsın bundan.
Amma ve lâkin, o yüksek sesli konuşmalardan sonra yuvanda huzurun sesini
duyabildiğin sürece mutfağına gider ocaktaki çayın altını kısabilir, o yalan
dünyaya gülüp geçebilirsin.
Onları sen de tanıyorsun.
Velhasıl,
dünya bir beş çayı misali sahtekarlık ve binbir türlü artistlik ile dönerken
aman ha bizimde başımız dönmesin. Ayık uyanık olunsun. Ders alınsın. Ders verilsin. Hikmet istensin. Erdemli olunabilsin. Amin.
Goncagül “yemez”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Aman diyim birdaha düşün!