Adımlarıma Işık

23 Nisan 2012 Pazartesi

Vitrin


Börekler, çörekler, kurabiyeler ve en önemlisi ya çok salçalı ya da az salçalı olup birtürlü tutturulamayan kısırlı beş çayı muhabbetleri, hiçbir zaman saat beşte başlamazdı. Annemin herdaim bir gün öncesinden hazırladığı açmalar pastalar, günü geldiğinde sadece servis edilmeyi beklerdi. Telaşımız hatunların ikram ettiklerimizi beğenecekler mi sorusundan çok, günü kazasız belasız ve mümkünse az kayıp ile çarçabuk atlatmak olurdu. Böyle çay’a gelenlerin genelde evsahibi ile yaşı tutmaz, konuştuğu konu tutmaz, dili tutmaz, gözü tutmaz, hiç biryeri tutmadan yer içer kalkar ve giderlerdi. Onların ardından bizim aklımızda kalanlar ise neredeyse bitmek tükenmek bilmeyen bağırış ve çağırışlar, bol dedikodular ve aslında hiçte samimi olmadıkları halde hâlihazırda iltifat yağmurlarına tutulmaktı.  

Riyakarlığı ilk böyle öğrendim. Hiçbir zaman saat beşte başlamayan beş çaylarında.

İnce çoraplarının altından kırmızı ojelerini izlerdim. Senelerce onun bunun böreğini yemekten gerdanı sarkan ama aslında ne kendine ne de ev sahibine zerre katkısı olmayan hatunların, arkalarından atıp tuttukları insanlarla birgün başka bir yerde kanka olduklarına kendi gözlerimle şahit oldum. Tuhaftır ki,  o kankalarda bambaşka bir beş çayında bizim tanımadığımız başka ev sahiplerinde bizim gerdanı sarkık kırmızı ojeli hatunu çekiştirmekteydi. Ve fakat samimiyetsizliği bir alyans gibi parmağında taşıyan bu üslupsuz ev kadınları, hoşgörülü görünmeyi bir silah gibi kullanırlardı

Dedikoduyu da ilk bu gerdanı sarkıklardan öğrendim. Çayın yanına afiyetle…

Her sene en az iki kere geldiği evin kızı doğal olarak büyüyor ve de gelişiyor olsa da, bunu anormalmiş gibi yansıtarak ve sanki sadece bizim başımıza gelen doğaüstü bir mükemmeliyet olarak aksettirmeleri, komikti. Karşılarında bozmamak için gülümseyip içten içe politikasına şeker atıp kibarca teşekkür ederken, her geçen yıl biraz daha keskinleşerek yalancılığına ortak olmadığımızı göstermek istedik. Olmadı. Zira farkındalığımızın farkında olsalar bile farketmemiş gibi aptala yatmak onları yüce kıldı. Yemedik.   

Milleti çekiştirirken derdi tasayı unutan hatunların geriye kalan yarım saat boyunca vücut ağrılarını; bırakın hal hatır sormayı, bayramlarda seyranlarda bile ziyaretine gelmeyen evlatlarının hayırsızlığını; el bebek gül bebek büyüttüğü torunları tarafından artık adam yerine konmadıklarını; eskiden ne kadar hünerli olduklarını lâkin artık kolesterolün kurbanı olduklarını; bütün üslupsuz ev kadınları gibi gayet üslupsuz televizyon dizilerinin tekrarını bile izlediklerini böbürlene böbürlene, ahlaya ahlaya anlattıklarını can kulağı ile dinleyip biraz daha soğuduk, börekten ve de çörekten.

Doyumsuzluğu, kalleşliği ve bencilliği de bu hatunların savurduğu saçmalardan öğrendim.

Sonra büyüdüm. Yerim artık öyle ya da böyle yanlarında oturup bu sohbetleri dinlemek zorunda olduğum beş çayları değil. Yani haliyle ben istemedikçe hiçbir ortamda zorla tutulmuyorum. Ama yukarıda saydığım içi boş kabukların sadece beş çaylarında hortlamadıklarını görüyorum. Onlar heryerdeler! Elinde bir şampanya kadehi ile kokteyldeler. Bir after party’de dans etmekteler. Çok modern bir şirketi yönetmekteler. Sınıfta en öndeler. Valeler kraliçeler…

Başımızı nereye vursak çatlayıp kırılan biz oluruz vesselam.

Kaçamazsın bundan. 
Amma ve lâkin, o yüksek sesli konuşmalardan sonra yuvanda huzurun sesini duyabildiğin sürece mutfağına gider ocaktaki çayın altını kısabilir, o yalan dünyaya gülüp geçebilirsin.

Onları sen de tanıyorsun.

Velhasıl, dünya bir beş çayı misali sahtekarlık ve binbir türlü artistlik ile dönerken aman ha bizimde başımız dönmesin. Ayık uyanık olunsun. Ders alınsın. Ders verilsin. Hikmet istensin. Erdemli olunabilsin. Amin.

Goncagül “yemez”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!