Adımlarıma Işık

12 Nisan 2012 Perşembe

Hayat Eli Sopalı Öğretmen


Yedi yaşındaydım. İstanbul’da, Kurtuluş’un yokuş aşağı bir sokağında Bakkal Yasemin ve Bakkal Ümit ile oynadığımız günlerdi. Bakkal Ana (adını hâlâ bilmem) ile Bakkal Baba’nın bize beleş ekmek arası salam hazırladığını zannettiğim günlerdi. Meğer Bakkal Ana “Bunlar nasıl olsa Avrupa’dan geliyor ben bu salamın parasını söke söke alırım” şüncesindeymis. Yıllar sonra bunu annemden ögrendiğimde yaşadığım hayalkırıklığını anlatamam, görmen lazım. O gün anladım ki, çıkara dayalı dostluklar şöyle dursun, analar, hatta Bakkal Ana’lar bile menfaatci, gözü doymaz, el kadar bebelerin yiyeceği avuç içi kadar salamcıkların parasını alırmış. Bakkal Ümit o zamanlar cılız ama çok mert bir çocuktu, ağabeylik ederdi. Bakkal Yasemin, Avrupa’dan geldiğim için önüne servet sereceğimi sanmış olmalı ki durmadan konuyu maddiyata bağlıyordu. Anası kılıklıydı. Kuş kadar beyniyle her Avrupa’dan geleni Kraliçe Elizabeth zannediyordu. Galiba kuş kadar olan beynini suçlamamak lazim. Yıl 1997, Kurtuluş’un ‘gün yüzü görmemis’ Hacıhüsrev'e en yakın olan sokaklarından birinde Bakkal Kızı’ydı sadece. Hayır hayır, şu an onu hor görmüyor aksine herşeyi o küçük televizyon makinasının içindekiler gibi zannettiğini anlatıyorum. Bu konu tee Illuminati’ye kadar uzanır, ama burada noktalamam gerekir.

Bir akşam kapının önünde çekirdek çitlerken Hatice geldi, tanıştık. Titanic hastalığı vardı o zamanlar. İzleyenler kendini öksürmekten tıksırmaktan ve dahi sevişmekten geri alamıyordu. Herkesin saçlarını kızıla, tenini beyaza boyadığı yıllardı. Erkek çocuklarının saçlarının sarardığı, bakışlarının kısıldığı, resim çizmeye merak duymaya başladığı zamanlardı. Haliyle bu hastalığa ben de yakalanmıştım ve boynumda kafam kadar Leonardo Di Caprio kolyesi taşıyordum; şu an utanıyorum. Hatice, kolyemin üstündeki Leonardo Di Caprio’yu benim sevgilim zannedecek kadar Direkçibaşısokak’lıydı. Leonardo’nun sevgilim olmadığını anlatamadım, yeminler ettim yinede inandıramadım. Hatice o kadar ilginç bir kızdı ki ona babanızın gerçek babanız olduğuna bile inandıramazdınız ve gözünde koca bir piçtiniz. Sevgli Hatice beni duyuyorsan psikolojinin ne  durumda olduğunu bana yaz lütfen. Bakkal Yasemin’in bakkal’ının arka tarafındakı depoda toplanırdık kızbaşımıza. Ben, henüz Çınarcık’tan yeni gelmiş, kızıl saçları azıcık sarıya kaçmış, yanık tenli zengin bir Avupalıydım onların gözünde. İnsan “hayır yemin ederim biz zengin değiliz, gerçekten sizin gibiyiz, biz de normaliz!” diye kendini yırtıp ispat çabasına girer mi? Söz konusu sidikli Hatice ile Bakkal Yaseminin gazabı   olunca herşeyi yapabiliyorsunuz. Ben de yapmıştım… sidikli Hatice ile Bakkal Yasemin’e, ne Leonardo Di Caprio’nun sevgilim olmadığına ne de her Avrupalının zengin olmadığını kanıtlayamadım. şimdiki aklım olsa Bakkal Yasemin’e “Senin Bakkal Baban benim babamdan bin kat daha zengin;  mülkünü Bakkal Ana’nin bize yutturduğu salam paralarına borçlusun” derdim.

Her genç delikanlının Deli Yürek olduğu, her kenar mahalle çocuğunun Doğuş ile ‘Milyonda bir böyle sevdiği’, her sarı arabalının Mustafa Sandal olduğu bir dönemdi. İstisnasız her gittiğimde bakkalın önünde gördüğüm Bakkal Yasemin artık başka  bir şehirde üniversite öğrencisi. Öğretmen olacakmış yanılmıyorsam. O artık her Avrupalının zengin olmadığını biliyordur. Mahallede hiç durmadan futbol oynayan Bakkal Ümit ise evlenmiş galiba. Uyduruyor da olabilirim  hatırlamıyorum. Bize salamlı sandeviç hazırlayan Bakkal Ana hiç yaşlanmıyor, ama salamlı sandeviç satamıyor. Bizzat ayakkabılarımı giyiniyor, korkmadan apartmandan aşağı iniyor, bakkala giriyor, severek ve isteyerek salamlarımı kendim satın alıyorum! "Söyle, kaç para istiyorsun?!" diyorum…
Bakkal Baba desen yıllardır yaptığı gibi bakkalın içine monte ettiği küçük televizyon makınasından, şimdilerde Esra Erol izliyor. Bakkal Ana’yı boşayıp programda kendine hayırlı bir kısmet aramasından korkuyorum.

Velhasıl-i  kelam, sidikli Hatice öldü mü kaldı mı, büyüdü mü yoksa hâlâ küçük mü, Leonardo Di Caprio’nun gerçek yüzüyle tanıştı mı bilmiyorum. Bakkal Yasemin mezun oldu mu, bilmiyorum. Bakkal Ümit, hayallerini gerçekleştirip futbolcu olamadı ise de gerçek aşkı bulduğu için mutlu mu, bilemiyorum.

Lâkin ben büyüdüm. Adı da Ümit olan, ‘Ümit Bakkal’ diye bir bakkal’ın çocukları ile karton yaktığından beri kömür kokusunu çok seven bir kız oldum. Sidikli Hatice’nin paraya ve mal’a olan düşkünlüğünden sonra kapitalizmin uşaklarına ateş püsküren bir kız oldum. Bakkal Ana’nın bana yaşattığı salam dramından sonra, en tonton insanın bile arkadan vurabileceğine, yeryüzünde en önemli olgu’nun maneviyat olduğuna inanan bir kiz oldum. Beraberinde ekmek arası salamın da hastası oldum… Sevgili Macaristan'a kucak dolusu selamlar.
Büyüdüm ve öğrendim. Yedi yaşında yaşadığım bu anektodlardan hikâyemi geliştirdim. Hikâyemle geliştim. Gelişmeye devam ediyorum. 

Aşkı buldum. Evlendim…

Hatta Bakkal Baba bile nasıl bir gelin olup nasıl super bir damatla evlendiğime şahit oldu. 
Kapıdan çıkıp arabaya binmeden Bakkal Baba ile gözgöze geldiğimde, çocukluğum ve o mahallede yaşadığım bu traji-komik anılar bir film şeridi gibi geçti gitti gözlerimin önünden. Doldum, duygulandım ve gittim...


Hayat; her insanın kendi hikâyesinden oluşan bir okul gibi. Öğretmenler değişsede, sen hep öğrenci kalıyorsun.

Goncagül “Ögrenci”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!