Yedi yaşındaydım. İstanbul’da, Kurtuluş’un yokuş aşağı bir sokağında Bakkal Yasemin ve Bakkal
Ümit ile oynadığımız günlerdi. Bakkal Ana (adını hâlâ bilmem) ile Bakkal Baba’nın
bize beleş ekmek arası salam hazırladığını zannettiğim günlerdi. Meğer Bakkal
Ana “Bunlar nasıl olsa Avrupa’dan geliyor ben bu salamın parasını söke söke
alırım” düşüncesindeymis. Yıllar sonra bunu annemden ögrendiğimde yaşadığım
hayalkırıklığını anlatamam, görmen lazım. O gün anladım ki, çıkara dayalı dostluklar şöyle dursun, analar, hatta Bakkal Ana’lar bile menfaatci, gözü
doymaz, el kadar bebelerin yiyeceği avuç içi kadar salamcıkların parasını alırmış. Bakkal Ümit o zamanlar cılız ama çok mert bir çocuktu, ağabeylik ederdi. Bakkal Yasemin,
Avrupa’dan geldiğim için önüne servet sereceğimi sanmış olmalı ki durmadan
konuyu maddiyata bağlıyordu. Anası kılıklıydı. Kuş kadar beyniyle her Avrupa’dan geleni Kraliçe
Elizabeth zannediyordu. Galiba kuş kadar olan beynini suçlamamak lazim. Yıl 1997,
Kurtuluş’un ‘gün yüzü görmemis’ Hacıhüsrev'e en yakın olan sokaklarından
birinde Bakkal Kızı’ydı sadece. Hayır hayır, şu an onu hor görmüyor aksine
herşeyi o küçük televizyon makinasının içindekiler gibi zannettiğini
anlatıyorum. Bu konu tee Illuminati’ye kadar uzanır, ama burada noktalamam
gerekir.
Bir akşam kapının
önünde çekirdek çitlerken Hatice geldi, tanıştık. Titanic hastalığı vardı o
zamanlar. İzleyenler kendini öksürmekten tıksırmaktan ve dahi sevişmekten geri
alamıyordu. Herkesin saçlarını kızıla, tenini beyaza boyadığı yıllardı. Erkek çocuklarının
saçlarının sarardığı, bakışlarının kısıldığı, resim çizmeye merak duymaya başladığı zamanlardı. Haliyle bu hastalığa ben de yakalanmıştım ve boynumda kafam kadar
Leonardo Di Caprio kolyesi taşıyordum; şu an utanıyorum. Hatice, kolyemin üstündeki
Leonardo Di Caprio’yu benim sevgilim zannedecek kadar Direkçibaşısokak’lıydı.
Leonardo’nun sevgilim olmadığını anlatamadım, yeminler ettim yinede
inandıramadım. Hatice o kadar ilginç bir kızdı ki ona babanızın gerçek babanız
olduğuna bile inandıramazdınız ve gözünde koca bir piçtiniz. Sevgli Hatice beni duyuyorsan psikolojinin
ne durumda olduğunu bana yaz lütfen.
Bakkal Yasemin’in bakkal’ının arka tarafındakı depoda toplanırdık kızbaşımıza. Ben,
henüz Çınarcık’tan yeni gelmiş, kızıl saçları azıcık sarıya kaçmış, yanık tenli
zengin bir Avupalıydım onların gözünde. İnsan “hayır yemin ederim biz zengin
değiliz, gerçekten sizin gibiyiz, biz de normaliz!” diye kendini yırtıp ispat
çabasına girer mi? Söz konusu sidikli Hatice ile Bakkal Yaseminin gazabı olunca herşeyi
yapabiliyorsunuz. Ben de yapmıştım… sidikli Hatice ile Bakkal Yasemin’e, ne
Leonardo Di Caprio’nun sevgilim olmadığına ne de her Avrupalının zengin
olmadığını kanıtlayamadım. şimdiki aklım olsa Bakkal Yasemin’e “Senin Bakkal
Baban benim babamdan bin kat daha zengin; mülkünü Bakkal Ana’nin bize yutturduğu salam
paralarına borçlusun” derdim.

Bakkal Baba desen yıllardır yaptığı gibi bakkalın içine monte ettiği küçük
televizyon makınasından, şimdilerde Esra Erol izliyor. Bakkal Ana’yı boşayıp programda kendine hayırlı bir kısmet aramasından korkuyorum.
Velhasıl-i kelam, sidikli Hatice öldü mü kaldı mı, büyüdü mü yoksa hâlâ küçük mü, Leonardo Di Caprio’nun gerçek
yüzüyle tanıştı mı bilmiyorum. Bakkal Yasemin mezun oldu mu, bilmiyorum. Bakkal
Ümit, hayallerini gerçekleştirip futbolcu olamadı ise de gerçek aşkı bulduğu
için mutlu mu, bilemiyorum.
Lâkin ben büyüdüm.
Adı da Ümit olan, ‘Ümit Bakkal’ diye bir bakkal’ın çocukları ile karton
yaktığından beri kömür kokusunu çok seven bir kız oldum. Sidikli Hatice’nin
paraya ve mal’a olan düşkünlüğünden sonra kapitalizmin uşaklarına ateş püsküren
bir kız oldum. Bakkal Ana’nın bana yaşattığı salam dramından sonra,
en tonton insanın bile arkadan vurabileceğine, yeryüzünde en önemli olgu’nun
maneviyat olduğuna inanan bir kiz oldum. Beraberinde ekmek arası salamın da hastası oldum… Sevgili Macaristan'a kucak dolusu selamlar.
Büyüdüm ve öğrendim. Yedi yaşında yaşadığım bu anektodlardan hikâyemi geliştirdim.
Hikâyemle geliştim. Gelişmeye devam ediyorum.
Aşkı buldum. Evlendim…
Hatta Bakkal Baba bile nasıl bir gelin olup nasıl super bir damatla evlendiğime şahit oldu.
Kapıdan çıkıp arabaya binmeden Bakkal Baba ile gözgöze geldiğimde, çocukluğum ve o mahallede yaşadığım bu traji-komik anılar bir film şeridi gibi geçti gitti gözlerimin önünden. Doldum, duygulandım ve gittim...
Hayat; her insanın kendi hikâyesinden oluşan bir okul gibi. Öğretmenler
değişsede, sen hep öğrenci kalıyorsun.
Goncagül “Ögrenci”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Aman diyim birdaha düşün!