Adımlarıma Işık

30 Kasım 2010 Salı

Kar beyaz

Kışlar değişiyor sanki. Hiçbirşey olduğu gibi kalmıyor. Her geçen sene yaşanmışlıklar birer anı olarak kalıyor. Her sene, geçmişten bir iz arıyorsun. Anılarla avunuyorsun bazen. Yine aynı neşeyle kar topu oynayabileceğini düşünsende zaman; seni, arkadaşlarını, bütün hayatını bambaşka şekilde değiştiriyordur. Bunu sadece aynı günü tekrar yaşadığında anlıyorsun.

Kar hâlâ beyaz yağıyor. Her kış olduğu gibi evimizde sıcak tarhana çorbası pişiyor. Aynı zevkle içiyoruz. Aynı şekilde üşüyüp yine aynı şekilde ısınıyoruz. Değişen ne peki? Ben miyim? Büyümek böyle birşey mi? Hâlâ küçük şeylerle mutlu olabiliyorsam bugün içimde hissettiğim bu buruk özlemi neye borçluyum? Herşey yanıbaşımdaysa, sevdiklerim sadece bir iki adım ötedeyse bu kalbimdeki sızı neyin nesi?

Gidiyorlar.

Sorun bu.

Güzel telaşlarının içinde gözlerinin çarptığı ve bir iki saniye kadar boş baktıktan sonra tekrar kendi meselelerine döndükleri bir zaman yaşıyorum. Bu zamanın içerisinde nerede ve nasıl duracağımı şaşırmış durumdayım. İnsanlar için mutlu olmak, onların sevincini paylaşmak kadar güzel bir durum yok elbette. En azından benim için böyle. Peki sorun bunun beni yeterince beslememesinden mi kaynaklaklanıyor? Sanırım bazen kendime karşı daha çok dürüst olmam gerekiyor. Siyaha siyah, beyaza beyaz demem gerekiyor ve bazı durumlarda gri'nin olmadığını kabullenmem gerekiyor. En azından kendi kendime itiraf edebilmeliyim, içimde doğup büyüyen duyguları...

Evet, gidiyorlar ve sorun bu. Sevdiklerimi benden daha farklı seven insanlar çıkıyor ortaya. Sevdiklerimde, beni sevdiklerinden daha farklı birşekilde onları seviyorlar. Herkesin başına gelen o muhteşem olay sevdiklerimin başına geliyor ve, ve gidiyorlar... Onlar için olağan olan benim için kabullenmesi zor bir olay haline geliyor. Bunun adı mutsuzluk ya da ona benzer birşey değil. Adı herneyse, sevinç ile birlikte acı veren garip bir duygu. Bu yazıyı yazıp yazmamak arasında gittim geldim son aylarda. İçimde yaşadığım inişli çıkışlı duyguları keliemeleri döktüğüm an onlarla yüzleştiğim an olduğu için bundan kaçtım belkide. Ayıpmış gibi. Olmaması gereken birşeymiş gibi. Oysa yaptığım araştırmalara göre gayet normal tepki veriyormuşum :-) Tanrım, inanamıyorum, gülümsedim...

Gidiyor olmalarının verdiği en derin acı benim kalıyor olmam. Yalnızlık değil mevzu. Herkes yalnızdır zaten. Kalabalığın içindede yalnız olabilirsin. Her durumda yalnızlaşabilirsin. Bu benim alışmam gereken bir konu değil. Sorun şu; tabii buna 'sorun' denirse, biraz önce yukarı yazdığım gibi iki adım ötede olmayacaklar. Sonra 'ilk yardım' ünvanını kaybedeceğim. İlk'leri kaybedeceğim. Anlatamıyorum değil mi? Kardeşiniz yoksa hiç birzaman anlayamayacağınız  hislerin ta derinlerindeyim zaten. Bundan iyisi şamda kayısı, ya da öyle birşey. Paylaştığınız o değerli anların ne kadar değerli olduğunu artık ikinci olduğunuzu farkettiğinizde anlıyorsunuz. Yinelemek istiyorum; bu mutsuzluk veya ikinci plana atılıyor olmanın verdiği şımarıklık değil. Kesinlikle değil... Bu farklı. Bu, mevsimler aynı olsalar bile her yıl yaşanan alışılmış ama hiç bıkılmamış yaşanmışlıkların bu yıldan sonra birdaha yaşanmayacağı için duyulan özlem. Uzun uzun cümleler kurduğum için affedin. Özlemi kısaltamıyorum.

İnanın bu yazı uzar. Çok uzar. Buraya kadar okuduysanız zaten kendimdem utanacağım. Teşekkür ederim.

Son olarak Aydilge'nin mısralarıyla, ağabeyime ithafen yazdığım yazıyı bitirmek istiyorum.

Acım dinmezdi saatler geçmezdi
Yanımda canın var tükenir dertler bir anda
Yanımda Canınla, yanımla Canım
Tükenir sanma sakın sevgin paslanır mı
Çok gülecez daha, yanımda canınla, yanımda canın
Yaşayan bir denizde, bataklık değilmi
Yüzüme gülümse, tükenir dertler seninle
Gülümse benimle, gülümse bugün
Tükenir sanma sakın sevgin paslanır mı
Çok gülecez daha, yanımda canınla yanımda canın
Ben düşlerimden hep düşlerim ben
Senin sesini hiç duymasam ben

Goncagül "kızkardeş sendromu"