Adımlarıma Işık

3 Şubat 2011 Perşembe

Hayatımın Cilvesi

En ağır çekiminden dışarıda ki bütün insanlar kasırgaya tutulmuş, oradan oraya koşuşturuyorlar. Yağmurdan ve de uçuran rüzgârdan nereye saklanacaklarını bilmiyorlar. Aslında acı çekiyorlar, ama çaktırmıyorlar. Ebediyen böyle yaşayacaklarını bilselerde boyun eğiyorlar. Bunu hiç düşünmeden, isteyerekyapıyorlar. Sorgulamadan. Sanki acı çekmek ve kötülük yapmak normal birşeymiş gibi yaşadıkları bu karmaşaya uygun bir biçimde hayatlarını sürdürüyorlar. Sakın ola biri tersinden bahsetsin. Yapma etme, daha güzeli var, mutlu olabilirsin desin... Susturuyorlar. Duymak, görmek istemiyorlar. Nedense onlara göre 'bizim' yaşadığımız o sonsuz mutluluğun adı yalan yahut sadece bir hayalden ibaret oluyor. Bilmiyorlar gerçekten bahsettiğimizi. Anlamak istemiyorlar kurtuluşu anlattığımızda. Dışarıda yaşanan bu duygusuzluğun, kötülüğün ve de sıkıntının tam ortasında, güvenli ve sıcak bir evin içinde sevinçten dört köşe olmaktayım.

Silah sesleri duyuluyor. Birileri vuruluyor. Ölüyorlar. Kimi öldüğünden habersiz ruhlarını savuruyor yeryüzünde. Bazıları acı çektiğini kabullenemiyor. Adını başka birşey koyuyor. Diğerleri kör olmayı tercih ediyor. Birileri sevgiden bahsettiği halde, bütün enerjisini toplayıp ulu orta heryere yaydığını zannetse bile o da biliyor; Hiç bir şey olmuyor. Birtürlü kabul etmek istemedikleri Tanrı'yı hertürlü reddetmek için aslında hiç olmayan, olsa bile sandıkları kadar sağlam ve temiz olmayan dallara tutunuyorlar. Kuruyorlar. Ölüp kırılacaklar. Yere düşecekler. Başkaları ısınsın diye ateşe atılıp yanacaklar.

Dün doğum günümdü. Yeniden doğuşumu kutladım meleklerle. İçim huzurlu. Öyle böyle bir huzur değil ama. Bir mağranın içinde donarkende hissedilebilecek bir huzur bu. Sevinç ve hiç kimsenin hissettiremeyeceği bir mutluluk bu. Kabullenişin ve itirafın verdiği rahatlık. Rahatlığın verdiği gülümseme. Kocaman bir gülümseme.

Hep "Ben kimim ki merhamet bulayım..." derdim. "Ben kimim ki bu istediğim gerçekleşsin?" diye düşünürdüm. Kulağıma fısıldanan bu yalanlara inanıp acı çekerdim. Doğrulmak istediğim zamanlarda içten içe beklediğim bir anonimim vurmasıyla yıkılırdım. Neden vurduğunu bilmediğimden sabah akşam "oysa herkes öldürürmüş sevdiğini... belki de sevdiğinden dövüyordur beni" derdim. Ama yok öyle. Yokmuş öyle. Bu düşüncelerin bende zaten var olan eksikliği çok kötü bir şekilde doldurduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Genç ama biraz fazla acılık yaşamış bir kız olarak, eksiklik duygusu yaşıyordum. Yaşıyorum. Belki bu eksiklik duygusunu iyi yönetemediğim ve de kontrol edemediğim için düşüp durdum hep. Belki değil öyle. O eksikliği yanlış şeylerle veya kimselerle doldurma isteği yedi bitirdi beni. Ne yazık ki bu süreç çok uzun sürdü. En kötüsü zaman zaman bunun bilincinde olmama rağmen üç maymunu oynamamdı. Sonra, Tanrı'yı tam olarak tanımamış olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek, o eksikliği doldurabilecek kimseyi 'istemek' kalleşce geldi bana. Şimdi ise, eğer öyle olsaydı sadece adem'i yaratırdı diyorum. Ve istiyorum. Amma böyle isterken ve de sabrederken bana ümit aşılayan küçük olaylara inanıp yerlere serildiğim sürece bu bekleme evresinin çok uzun süreceğini düşünüyorum. Bu yüzden artık sallamıyorum...

Affettiğimi söylesem bile esasında affedemediğim kim ve ne varsa hepsini tek tek affettim. En başta kendimi. Merhamet ettiğinde yaptığımız hatayı birdaha hatırlamamak üzere denizin dibine atan Tanrı'ya haksızlık olmaz mı ben kendi kendimi affetmemeye devam edersem? O'nun bile unutup bana tertemiz bir sayfa açtığı bir olayı sürdürüp kendimi harap etmem doğru mu? Olduysa oldu... Yaşandıysa yaşandı. Kırdıysam kırdım. Öldürdüysem öldürdüm. Pişman oldum. Eşek gibi ağladım. İnan ki yeterince acı çektim. Şimdi ayağa kalkıp bu nefret dolu gönüllerden sıyrılma zamanı. Vakit geldi çattı. Doğrulmak gerek. İlerlemek gerek. Şu tuttuğum yolun gerçekliğini iyice anlayıp bu uğurda kolları sıvamak gerek.

Goncagül "Kayıp Kaburga"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!