25 Şubat 2011 Cuma

Göklerde geziyorum...

Gözlerimden uyku akıyor. Başımı yastığa koysam, iki dakika hayal kuramadan uyur giderim sanırım. Öylede yapacaktım... yatağıma girip uyuyacaktım. Odama girer girmez, kırmızının verdiği harmoniden midir bilinmez, bir duygusallık çöküverdi. Ya da aslında var hep ama ben hissetmemezlikten geliyorum. Başka türlü üzerini örtmeye çalışıyorum. Duymamaya, görmemeye, söylememeye çalışıyorum. En zor kısmı da susmak galiba. Birsürü şey söylemek isterken susmakla yetinmek mesela. Anlatacak onca anı varken susmak zorunda olmak. Kim için... kendim için mi, o'nun için mi yoksa diğeri için mi... belki de hepsi. Neden diyorum neden... Vazgeçemiyorum bu soruyu sormaktan. Aklımı kurcalayan beni sürekli rahatsız eden ve ileriyi görmemi engelleyen bu soruyu aklımdan atamıyorum. Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. Öyle yapıyorum olmuyor, böyle yapıyorum olmuyor. Hiç olmamış gibi devam etmeye çalışıyorum o da olmuyor. Ben böyle soru işaretleri içinde boğulurken geriye tek bir çare kaldığını anladım. Gözlerimi yukarı diktim...

Saçlarım inanılmaz derecede uzadı. İnadına kesmedim. En son Eylül ayında uçlarındaki kırıkları aldırmıştım, üztelik uçları kırık falan değildi. Zaten saçlarım hiçbir zaman çok kısa olmadı. Sadece bir defa Amelie Poulain hastalığım yüzünden onüç yaşında aynı onun gibi kısacık kestirmiştim. Ama şimdi aklıma geldi ki ben o yıllarda Amelie falan bilmezdim. Tamamen Paris ve Parisienne olma hastalığım yüzünden kestirdim o saçı. Hani uzun saçı çok seviyor olmama rağmen, yakışmıştı da ne yalan söyleyim. Böyle bazen kendime rağmen yaptığım şeyleri say say bitmez zaten. Özellikle uyandığımda yataktan daha enerjik çıkıyordum sanki. Uzun uzun erkeklerin ne kadar şanslı olduklarını düşündüğüm birkaç uzun ay'dı işte. Zaten Amelie'yi ben izlemeden önce başka bir arkadaşım izlemiş "Senin filmini çevirmişler mutlaka izlemelisin..." demişti. Yani ortada bir fake varsa o ben değil Audrey'dir arkadaş! Neyse, demem o ki bir bilemedin iki ay sonra saçlarımı pantolonumun içine sokup yeni bir trend yaratabilirim. Bunun mutluluğu içerisindeyim. Goncagül'den saçmalıklar vol 1. Tabii hepsi aynı hizada değil. Kezban Yenge olma gibi bir niyetim yok sonuçta. Hem benim saçlarım kıvırcık. Sadece düzleştirdiğimde ne kadar uzun olduğu ortaya çıkıyor. Hoş, kıvırcık hali de fena sayılmaz artık. Bu saç konusu baydı tamam.

Gözlerimi havaya diktim...
Ve dedim ki...
"Tanrım, eğer olmalıydı ise, buydu ise, planladığın şekil o şekil ise, zaten olmamalı mı? Hatalarım sadece birşeyleri geciktirmiş olamaz mı? Plan bu ise Sen planını değiştirebilir misin? Hayır... Ben bu soru beynimdeyken devam edemiyorum. Takılıp kalıyorum. Benim bu sorudan bir an önce kurtulabilmem lazım. Pazar gecesine kadar müddet. Anlaşalım. Oldu, oldu. Olmadı, ben cevabımı alacağım."

Ardından...

Bir huzur...

Bir sukûnet...

Bir emniyet...

Bir güven...

Tamam herşey çok güzeldi. Yaşadığım o bağ zaten tarifi mümkün olmayan ve sürpriz bir şekilde elde edilmiş kadar güzeldi. Yaşayamadıklarımı özlüyorum sadece. Fakat insan ümidini yukarıya, Tanrı'ya bağlayınca biliyor. Ya o, ya daha iyisi. Ve ben buna inanıyorum.

İntikam 'ınız sizin olsun.

Ben yoluma...

Goncagül "Gitar Teli"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!