Adımlarıma Işık

5 Ocak 2011 Çarşamba

Ters Köşeler

Bazen bir şarkı, bazen bir rüya -yoksa kabus muydu?

Ya da bazen hiçbirşey.

Bazen herşey.

Anlatamam. Anlatırsam gerçek olur. Konuşursam duyulur.

En sevdiğim oyun; kelimeleri sıraya dizme oyunu. Hayat gibi.

Bazı soruların üstünü biz örteriz, bazı sorunların üstünü gece.

Ben iyiyim.


Ve ne yazık ki huizinga'ya inandığım günler olmuştu geçmişimde. Biraz utanıyorum bu yüzden.

Hayaletler görüyorum desem, bana bir tek sen inanırsın -ki sen de çok uzaktasın.

'ağrıyınca kar yağıyor'
-muş.
yazan Tersköşe

Başka insanların yazdıklarını nadiren paylaşmışımdır bloglarımda. Neredeyse hiç... Tersköşe adlı blog'a bir akşam tesadüfen internette gezinirken rastlamıştım. Yazan kişiyi tanımıyorum. Okuduğumu bilmez. Benim gibi uzun uzun yazmaz. Bazen sadece kafasına estiği birkaç cümleyi yazar. Onun yazdıklarını okumayı sevdim nedense. Dolaptan su almaya giderken ardımdan annemin bağırıp, kendisinin bile üzerinde durmadığı ama benim zihnime çakılan anlamlı cümleler duyuyormuş gibi hissediyorum her seferinde. Sık sık yazan biri değil belli ki. En azından blog'a sürekli paylaşmadığını biliyorum. Şu dakikalarda yine o'nun yazdığı bir yazıyı okumak yoktu hesapta. Yine tesadüfen tıklanmış ve tesadüfen okuduğum bir yazıydı bu. hani derim ya bazen, şimdi ben sussam ve birileri anlatsa diye. Derim ya hani keşke şimdi birisi beni bana anlatsa diye. Ya da derim ya, şu duygularımın tercümanı olsa da ben uyuyana kadar konuşsa diye... öyle oldu be.

Aklımda birbir sıraladığım şeyleri hızla düşünüyorum bazen. Ne kadar da sıradan ve yalın olduklarını farkediyorum sonra. Aslında öyle ahım şahım istekler olmadıklarını görüyorum. Günlük yaşamda belki de artık hiçkimsenin üzerinde durmayacağı kadar basit şeylerin özlemini çektiğimi hissediyorum. Keşke herşey eskisi gibi olsa derken aslında sadece eskiden yaşadığım güzel huzurlu bir anın özlemini duyduğumu farkediyorum. Bir yaz akşamında korkusuzca yokuş aşağı inip bakkaldan çekirdek almak gibi. Çok sevdiğim biriyle kırmızı kareli bir battaniyenin altına girip şekerli patlamış mısır eşliğinde en sevdiğim filmleri izlemek gibi. Kulağımda yüz kere dinleyebilecek kadar sevdiğim şarkılarla o çok sevdiğim parkın etrafında terlemekten su damlası formunu alana kadar koşmak gibi... yorulunca parkın içindeki 'yaşlı adamın' cafe'sinde köpüklü Kriek içmek gibi. O hiç tanımadığım ihtiyarlarla sohbet etmek gibi. Ve de hiçbirşey yaşanmamış, özeller açığa çıkmamış, sırlar paylaşılmamış gibi eve dönmek  yeniden. Karnım şişince yeşil çay içmek gibi. Yatağımın içine girip, çok önceden tavanıma yapıştırdığım fosforlu yıldızları karanlıkta izlemek gibi. Onaltı yaşındayken heyecanla onyedi yaşına girmeyi beklemek gibi...

Mutsuz değilim ben. Yine öyle gayet olumsuz ve de pesimist bir yazı yazdığımı düşünmesin kimse.

İyiyim ben.

Yaşıyorum sadece işte...

Herkes gibi...

Belki biraz fazla yoğun...

Belki herkesden biraz daha suçlu...

Belki herkesten daha geveze...

Ne dersen de işte.

Sevmek son kertede kaçınılmaz sona karşı çıkmaktır...Ama o sonu bile bile sevmek... Gözünü son kez kapar gibi sevmek...O sevgide hapis kalmaktır...

Goncagül "İyi"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!