Adımlarıma Işık

8 Aralık 2010 Çarşamba

Alakasız yazı

Edebi konuşup derin derin yazmak istemiyorum bu akşam aslına bakarsanız da, ne kadar başarılı olurum bilmiyorum. Karanlık ayna gibi. Baktıkça kendini görüyorsun, Akşam olunca gözlerimi geri alamadığım pencereden dışarı bakmayı pek sevmem. İlerlediğimi sandığımda bir sabah aynı yerde saydığımı görünce sinirlerim tepeme çıkıyor. Yapacak onca iş varken, gidilecek yerler, sorulacak sorular varken kılımı bile kıpırdatmak istemiyorum. Beklentiler var. Kendi beklentilerimden vazgeçeli çok oldu ama bir de şu insanları beklentilerinden vazgeçirebilsem ne olurdu... Her fırsatta yaptığım ya da yapmak istediğim şeyi özellikle oturup anneme anlatmak zorunda kalmasaydım, 'ben çıkıyorum' demeden çıkabilseydim. Yine bunalmışım ben... önemli birşey yok.

Yerimden kıpırdamasam bile bir bakışım yetiyor bin tane soru sormalarına. Birşey anlatmasam, sessiz kalsam bu bile yeterlidir başıma üşüşmelerine. Bilmiyorum var mı gerçekten böyle bir kelime... Bazen anlatmaktan çok dinlemek istiyorum. Birinin bana hayatını, olumsuzlukları ve olumlu bulduğu olayları, değiştirmek istediklerini anlatırken içten içe kendimi bulmak istiyorum. Böyle muhabbetlere girmediğim kaç ay oldu?...

Geçen cumartesi ajansta patronumla (bu kelimeden nefret ettiğim için ismini yazıcam. Carine, artık kim olduğunu anlarsınız) laflıyorduk. Ne kadar duyarlı ve hassas bir insan olduğunu öğrendim. Onun için değerli olan tecrübelerinden bahsederken gözlerinin doluşunu izledim. Aslında daha önce hiç gitmediği ülkelere gittiğinde otelde pineklemekten çok şehrin tadını çıkarmayı sevdiğini öğrendim. gerekirse çadırda yatıp kalabileceğini, Hindistana gittiğinde karşılaştığı yoksulluktan ne kadar etkilendiğini öğrendim. Tanıştığı Hindistanlı bir ailenin evini terk ederken oğlu Rafael'in eşyalarından bir kaç parça birşey bırakıverdiğini öğrendim. "Belçikada fakir insan bile zengindir. Hâlâ ne için ve hangi durumda şikayet edebildiğimizi anlayamıyorum..." derken, ne kadar ciddi ve az'a kanaat getirebilen bir insan olduğunu gördüm. Böyle bir kadın ile birlikte aynı ajansta çalışmanın beni ne kadar mutlu ettiğini hissedince Tanrı'ya bir kez daha şükranlarımı sundum. Fırsattan istifade, inancım hakkında konuştum. İki insanın birbiri hakkında 'herşeyi' öğrenmesine gerek yoktur elbette. Lâkin bir kaç anlamlı cümleden çözersin... Dışarıda kar ajansta sıcak muhabbet ve esenlik başımı döndürürken mail geldiğini farkettim. Kimden geldiğini görünce önce tam olarak göremediğimi, sonra da heyecandan öleceğimi hissettim. Kişinin yazdığı birkaç cümlelik maili her seferinde başka türlü ya da kriptolu olabilecek yerleri çözebilmek umuduyla sanırım on defa okudum. Her defasında aynı şey yazıyordu. Aynı şeyi söylemek istiyordu. Kripto yoktu. Gayet sade, açık net idi. Yalnız benim bir iki haftadır kafamı kurcalayan soru işaretlerine ise kapak olacak kadar derindi. Ardından duyduğum hisler, sorularıma cevap olduğu için açıklık mıydı değil miydi hâlâ karar veremiyorum. İster istemez verdiği cevaplar beni mutlu etti mi etmedi mi onu da bilmiyorum. Tahminlerim fos çıktığı için önce kendime kızmam sonra da hüzünlenmem ne kadar mantıklıydı, onu da bilmiyorum. hayatımın hangi alanında mantık ön plandaydı, onu da hatırlamıyorum. Genel olarak 'olumsuz' olan tahminlerimin doğru çıkmasını hiç bu kadar istememiştim belki de...

Seçtiğim yol belli. Gitmek istediğim yer ve bunun için yapmam gerekenler de belli. Ama yoruluyorum ben. Düşebiliyorum. Durmak isteyebiliyorum. Sonra bu kadar çabuk pes ettiğim için kendime kızıyorum. Böyle hızlı bunalmaya hakkım olmadığını düşünüyorum. Zayıfım işte.

O vakit ben zayıfken Tanrı gücüm olsun.


Goncagül " 'Hüsnü' kuruntu "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!