Bu defa olduğu gibi haykırmak istiyorum. Komiklik yapıp
yumuşatmayacağım. Ne hissediyorsam o…
Ağabeyim evleneli yani evden gideli tam beş ay oldu. Evet tam
beş ay! Beş aydır akşamları ayaklarını sehpanın üzerine uzatıp mousse au chocolat yiyen biri yok. Dizi izlerken aynı sahnelerde gözgöze gelip sinerji
yarattığım biri yok. Banyo alırken kendiyle beraber bütün banyo’yu yıkayan biri
yok. Evde yemek yok. Kapı gıcırtısı yok. Yokta
yok…
Kendisi gider gitmez haykırışlarımı biraz olsun azaltmak
için odamı baştan aşağı değiştirdim. Ranza’yı yok ettim. Iki döşeği üst üste
koyup kendi çapımda yeni bir trend oluşturdum. En güzeli de bu trendi kimse takip etmiyor… bir
benim yerde yatan. Neyse. Tabi ki böyle sürmeyecekti. Kendimi evimizin herşeyi
olan Ikea’ya atıp önce öğle yemeği höplettikten sonra o en sevdiğim yatağı alacaktım. Kiremit kıırmızısı duvarımın önüne çok yakışacaktı. Fakat malumunuz
veçile ben şunun şurasında bir kaç ay sonra evli bir hatun olacağım için,
vazgeçtim bu sevdadan. Ikiz yataklara adadım kendimi. O yöne doğru üfledim
hayallerimi. Aslında hiç bir anı bırakmadan bu toplu temizliği ve değişimi
yapmamın tek sebebi, anılardır. Biryerlerde ağamın tesbihini görmeye
dayanamazdım. Hâlâ polarlarının kapıma asılı olmasına göz yumamazdım. Gidişinin ertesi günü polarlardan biriyle yatmiş, tesbihi koklamaya çalışmış bir kardeş olarak belirtmeliyim ki, tesbih koklamak kolay değil! Yalnızlık tavanımdaki yıldızlardan fosforumsu bir edayla yüreğime akarken teselliyi “nasıl
olsa bi’ kaç sokak ötede?” demekte buldum. Yani bulamadım. Birzamanlar arada
sırada birbirmizi kedi-köpek gibi yediğimiz günleri anımsayarak kendime gaz
vermeye çalışırken, aklıma gelen tek hatıra bana en son yaptığı gayet ağabey
tadında ki konuşma olmuştu. Hüngürümsü ve salyamsı bir ağlama ile Orhan
Gencebay’ın sazının tellerine vurup, kabullenişler içinde sümkürdüm.
Ağam artık
evli bir adam. Karısı var. Benden değil evvelâ ondan sorumlu. Koltukları var bi’ kere? Simsiyah, deri. Oturuyorsun altından bir parça daha çıkıyor
ayaklarını falan uzatıveriyorsun böyle hoş oluyor… Tenceresi var şaka maka
içinde yemek pişiyor. Sonra kedine ait ikiz yatağı var çok ilginçtir. Hatta
ve hatta LCD televizyonu, son model playstation’u, yuvarlak küvetli banyo’su ve
kapı zili var. Evet yanlış okumadın kapı zili var! Gür saçlı, sakalsız, kısa pantolonlunlu hallerini bildiğimdendir garipserim bu durumu.
Annemin dertleri bitti. Üzerine düşeceği, yemek listesi yapmak zorunda olduğu,
her dakika hazırolda beklediği günler çok geride kaldı. Tahtını bizim gelin Maral'a devretti. O’nun için iyi babamla
benim için kötü olan bu durumada alışıyoruz yavaş yavaş. Tamam aç susuz değiliz latife yapıyorum.
Velhasıl alışmak
zaman aldı. Ama alıştım. Dürüst olmam gerekirse kafamda çok rahat vesselam. En azından
artıları var. Çalacak bi’ kapım daha oldu misal. He sonra geliyorlar bize arada
akşam çaylarına fena olmuyor. Sohbetler değişti statuler değişince, ama
değişmeyen ne var ki? Ağam evlenmeden önce Çağdaşım’ın anlattıkları birbir
gerçekleşti. Yeni bir hayat başladı. Eskiler kapandı. Biz farkında olmadan düşüncelerimiz
büyüdü. Daha bi’ olgunlaştı. Durgunlaştık sonra…çocukluğu naftaline sarıp
kaldırdık. Ara ara açıp kokluyoruz ailece. Onun da tadı başka oluyor.
Öyle işte.
Bazen paylaşmak
zor olsa da…
Aynı evde
olmamak koysa da…
Ben de
kendi dünyamı kurma aşamasındayım sonuçta.
En Sevdiğimle
cillop şehirlerden oluşan pembe bir dünya inşa ediyoruz koca dünyanın içine. Sadece
biz varız. Biz sorumluyuz herseyden. Tadına doyum olmuyor…
Goncagül “Nişanlı”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Aman diyim birdaha düşün!