Adımlarıma Işık

20 Eylül 2012 Perşembe

Saldırı


Bir köle,  hayvan, dilsiz-sağır biri gibiydi ama kadın değildi. Asla kadın olamazdı. Bir kadına bu yapılmazdı. Ve bir kadın, böyle hissetmemeliydi.

Omuzlarında ki tırnak izlerinden damlayan kan bedenini  yakıyordu. Ağlamak istiyordu ama yüzünü kalleşçe kapatan o eli indirmesi mümkün değildi. Genzini yakan bu sesiz çığlıklar başını döndürüyordu. özellikle üstündeki o bir çift gözle karşılaşmamak için başını bir sağa bir sola çevirip duruyordu. Saç diplerine kadar duyduğu bu acı karabasan gibi üzerine çullanmıştı. Hareket edemiyordu. Hareket etmesi olanaksızdı. Bir dağ gibi demek isterdi ama bu kelimeyi bunun için kullanamazdı. Dağ demek yiğit demekti. Babası olabilirdi mesela. Ağabeyi de. Dağ gibi adamdı onlar. Lâkin bu yaratık dağ gibi olamazdı. Biraz daha çırpınsa altından kalkabilir miydi? Bilmiyordu. Etrafına baksa onu kurtaracak bir cisim ya da birilerini bulabilir miydi? ‘Elime geçse...’ diye düşündü. .. ‘elime bir şey, herhangi bir şey geçse şu an öldürebilir miyim?’...


Ağırlık; kalbini, ruhunu, zihnini, kadınlığını, yani bütün varlığını delicesine ezerken aklından geçenleri değiştirdi...bu kâbustan kurtulmanın başka yolu yoktu.


Artık orada değildi. Pis bir kokunun kurbanı olurken ruhunu göçebe misali bırakmaya karar verdi. Galiba adı çaresizlikti. Yüreğini böylesine acıtan bu durumdan kurtulamayacığını anladığında parmağını bile oynatmaktan vazgeçti. Oynatamadı.

Ve gördü. Çocukluğunu gördü. Çok uzaklarda biryerlerde hâlâ temiz kalabilmiş bir kaç insan gördü. Babası hiç kıyamadığı kızının saçlarını okşuyordu. “Canım kızım...” diye seven güçlü sıcak elleri güven doluydu. Dünya yıkılsa ona bir şey olmayacak, babası kötülük olmasına hiç izin vermeyecekti. Annesini gördü. Hiçkimse de olmayan kokusunu  hayal etti. Avuç içlerindeki kendine has kokusuyla sabun kokusunun karışımı tüttü burnunda. Anası tüttü burnuna...Yumuşacık göğsünde, tertemiz aşk acıları çekip ağladığı günleri anımsadı. Kızkardeşini gördü. Henüz küçük ve savunmasızdı. Ve henüz güveniyordu herkese... seviyordu herkesi. Nefreti tatmamış; aldatılmak ve terkedilmek yoktu sözlüğünde. 

Yaşadığı bütün güzellikler gözlerinin önünde birbir canlanırken, canavar ortadan kaybolmuştu.


O andan itibaren, bir başkasının günahı onun etine leke gibi yapışmıştı. O andan itibaren canavarın adı bile geçmiyordu, geçmeyecekti. Herkes konuşuyordu ama asıl haykırması gereken susuyordu. Söyleyecek çok sözü varken acısını tarif edemeyeceğinden korkuyordu belki de. Ya da birilerinin yine, yeniden onu suçladığını duymak istemiyordu. İnsanların tıpkı o canavardan farksız olabildiklerini görmek istemiyordu. Duymak istemiyordu. Tek istediği bu düzenini bir türlü anlayamadığı hayattan kopup gitmekti. Bu kadar alçalabilir miydi insanlar... bu kadar kaybedebilirler miydi insanlıklarını?

İnsan olmak, öğrenilebilir bir ders miydi?

Birileri çıktı ‘kadın tecavüzcüsüyle evlensin’ dedi.


Birileri hep kararlar verdi. Hiç düşünmedi. Hiç hissedemedi. Empatiden yoksun, anlayışı sıfır, hatta ve hatta uzun lafın kısası insanlıktan nasibini alamamış varlıklar bu hayatları hiç mi hiç önemsemedi.

O kız, günbegün, senebesene ruhunda taşımak zorunda kaldığı koca kara delikle kalakaldı koca dünyada. Madurken suçlu oldu. Masumken eksilttiler onu...

Kimse sormak istemedi. Herşey gibi bu da geçer dedi. Biri gelir ve unutturur dedi.

 Unutulur du elbet. Biterdi elbet. Soğurdu elbet. Kurtulurdu elbet. Ama bu ruhun, bu koca kara deliği kapatabilmek için insana ihtiyacı yoktu...


Tecavüze uğramanın sadece bedene yapılmış bir eziyet olduğunu düşünen bütün zihniyetlerin bir gün uyanmasını umuyorum. Tecavüzün sadece bedene değil de, ruha, yüreğe, beyine, bütün hayatına edilebileceğini anlamalarını umuyorum. 


Ve bugün, sözümona ADALET savunucuları olan savcıların ve de hakimlerin sunduğu ‘kadın tecavüzcüsüyle evlensin’ gibi çözümlerin sunulduğu bir ülkeye Rab merhamet etsin!

Goncagül “Bakış”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!