Adımlarıma Işık

10 Ekim 2011 Pazartesi

Ah be...Signomi!

Sabahın erken saatlerinde yüzüme vuran güneşin kızılı ile uyandim. Gözlerimi hemen açmadım. O turuncunun içinde, aynı dakikalarda sevgililerinin yanında uyanabilme şansına sahip olan insanları düşündüm. Hiç uyumadan sabahlamış olanları düşünüdüm. Zihnimde bir şarkı çaliyordu. Şarkının sadece nakarat bölümü bozuk plak gibi tekrarlanıyordu hayalimde. "Dokun bana, dokun bana, dokun biraz daha geçsin kokun bana..". 

Sessizliğimi bozan bu sözler hiç bir anlam ifade etmiyordu aslında. Geçmişten kalan bir anının uzaktan sinsice sırıtışıydı sadece. Hiç istemediğim halde açtım gözlerimi. Zoraki yaptığım birçok şey gibi. Heryanım uyuşmuş, hareket etmekte zorlandım. Pencere sabaha kadar açık kaldığından olsa gerekti... Dışarıdan bir ambulans sesi duyuluyor. Beyaz perdem bir ileri bir geri süzülürken gece beni korkutup uyandıran kâbusumu hatırlamaya çalıştım. İnsan gece gördüğü kâbusu hatırlamaz mı? Ben sabah olunca hatırlamıyorum. Belki de bu melekler tarafından hediye edilmiş bir armağandır. Nedense bu sabah canım yoğurt çekti. Ben yoğurt sevmem aslında... Canım bembeyaz sade yoğurt yemek istiyor. Ben uyanır uyanmaz acıkmam ama? açlıktan değildi zaten. Yemek istiyorum sadece. Hiç yapmadığım şeyleri yapmak istiyorum bugün. Buz gibi yoğurt işte. Anlamsız, süzme yoğurt. Belki içine mısır gevreği ilave edip karıştırırım. Öyle de yiyebilirim.. yapabilirim.

Aklım karışık değil bu sabah. Aksine bomboş. Kurtlarından arınmış, anlamını yitirmiş gibi biraz da. Hiçbir şeyi düşünmüyorum. Kendimi bile... Hoş, alışıktım buna. Bir kararlılık var üzerimde. Önceden planlamadığım bir kararlılık. Biri gece kulağıma fısıldamış gibi. Nihayet yataktan kalkma gücünü kendimde buluyorum. Gözlerimi ovdum, bir kaç kirpik düştü.. vedalaştık. Aynaya baktım kendimi görürüm diye. Içimde sıkışıp kalmış ruh bana ait değilmiş gibi inkâr ediyordu varlığımı. Gülümsedim. Mutfağa gidip deli gibi yemek istediğim yoğurdu kâseye koymak için buzdolabınının kapısını açtm. Yarısı yenmiş bir elmadan başka birşey yoktu. Üstadın en sevdiğim dizelerinden biri geçti aklımdan. "Şimdi sen elmayı seviyorsun diye, elmanın da seni sevmesi şart mı?".
Elmadan başka yiyecek yoktu. Yoğurt sevmeyenin dolabında yoğurdun ne işi olsundu. Başımı kaşıdım. Zaten dağınık olan saçlarım  azıcık da benden aldı nasibini. Bugün yalnız kalma kaidesiyle her istediğimi yapmak istedim. Kıyafet seçiminde zorlanmadım. Kırmızı elbisemi giyindim. Koltuk altlarıma deodorant sıktım. Artık çayır çimen dışarıda değil odamdaydı.

Dışarısı hiç bu kadar güneşli olmamıştı sanki. Gözlerimi, gökyüzünün muhteşem mavisinden ayıramadım.

Eve geldim. Günümü bitirmiş ve yorgunum. Televizyonu açıp keyfimce zapladım. Evlenmek için can atan seksenlik dedelerden, çocuklar izlesin diye çizilmiş kötü karakterlerden, doksanlı yıllarda çekilmiş 'lanet olası' bir seslendirmesi olan yabancı bir filmden yemek programlarına kadar hepsi aynı ve sıradandı. Mutfağa gidip dolapta yarım kalan elmayı yatağımın altına koydum. Aylardır evden defolmasını beklediğım fare, benim mekanımı kendine yurt edinmişti. Artık seviyordum. O ölmesin. Gitmesin. Bari o gitmesin.

Soyundum.

Bir Hüsnü Şenlendirici parçası seçtim. En sevdiğim olanını. Dinlerken içimdeki huzuru anlamaya çalıştım. Belli ki beraber uyandığım bu kararlılık hafifletmişti beni. Neden daha önce yapmadım ki diye iç geçirdim. Hüsnü klarnetini ağlatırken yalnızlığıma bir şişe açıp,  kadeh dolusu rakıyı indirdim mideme. Sendeleyene kadar devam ettim. Seviyorum bir süre sonra titreyen yanaklarımı. Karıncalanan kanımı...

Bugün hayatı; bir çocuğun özgürce seçip boyadığı renklerden oluşan bir resim tadında yaşadım. Dolu dolu. Konuşturdum hayalgücümü. Siyahlıkları, grilikleri, kötülükleri görmediğim bir dünyanın gökkuşağında nefes alıp verdim. Son kez. Sadece görmek istediklerimi ve gerçek saydıklarımı izledim. 

Akşam güneşinin usul usul batışını izlerken Signomi çalıyordu hâlâ. Tekrar tekrar ağlıyordu Signomi. Signomi dinlerken bir kaç hayalimi gerçekleştiremediğim için kendime kızdım. Lâkin artık vakit yoktu. Yaşamam gerekenleri yaşamış, söylemem gerekenleri söylemiş, içimde en ufak bir şüphe barındırmıyordum. Signomu haykırsın dursun şimdi evimin dört bir köşesinde, dünya umurumda değil! Ne mahremim kaldı, ne halka açık biryerim. Ne içinden çıkamadığım sorunlarım  ne de sevdiklerime karşı özlemim. Sevdiklerim mi? Içelim Signomi... Çok aşığım Signomi. 
Kalmadı şimdi hiç biri. Ne vardı ki zaten? Benim olduğunu sandığım her öykünün altında başka birilerinin imzası yokmuydu nasıl olsa? içtiğim sigaranın bile izmariti sonunda yerdeki betonun olmuyormuydu. Neyim vardı. Dolaptaki elbisem mi, ailem mi, sevdiğimle paylaştığım şarkılarım mı... Sevdiğim mi kaldı.

Yanarım yanarım yine o mavi kemanı elime alamayışıma yanarım.

Ah Signomi. En nihayetinde, hayatımda ilk defa bu kadar kararlıyım! Ben ölüyorum. Yaşasanda yaşamasanda öleceksin demişti bir arkadaşım. Ben ölüyorum. Yaşamasını beceremedim gönlümce. Gözlerimi açar açmaz aldığım bu kararı şimdi uyguluyorum. Acı çekmek ya da çekmemek önemli değil şu an. Nasıl olacaksa olacak. Ama olacak Signomi.  Yapabileceğim en iyi, en doğru, en olmasiı gerekeni yapacağım. Benim olan kimse yok. Benim olan hiç bir şey yok. Arkamdan ağlayanım bile. 

Kanım yerde, akıyor... görüyor ama hissetmiyorum. Ruhum çekiliyor. Mutluyum sanki...

Ölüyorum Signomi...

Gözlerim kararıyor.



Ne güzel adın var Signomi... Seni görmek istiyorum...

Beni uğurla...

Goncagül "Korkusuz korkak"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!