Adımlarıma Işık

12 Mart 2011 Cumartesi

İçimde ki çocuğa bir şans daha

Hatırlıyorum. Çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, herşey daha dünmüş gibi. Okul çantamın benden daha büyük olduğu dönemlerdi. İçine ne dolduruyordum da belime sancılar girecek kadar ağrıyordu bilmiyorum. Her an sırt üstü düşecekmişim gibi caddelerde eve kadar yürüyebilmek için bir sağ bir sol dengemi sağlamaya çalışıyordum. Eve gidene kadar ayakkabılarıma bakardım. Evimde beni nelerin beklediği sorusu olurdu hep beynimde. İçimde ki tuhaf sevincin adı ise Çılgın Bediş ya da Şirinler olurdu. Şirinleri ağabeyim kadar sevmemiş olsam da, ondan önce yayınlanan Candy'yi sabırsızlık ile beklediğim günlerdi. Garip bir dünya yaratmıştım kendime ve hergün aynı şeyler yaşanıyor olsa bile benim her güne ayrı bir renk hediye ettiğim bir dönemdi. Pazartesi kahverengi, Salı kırmızı, Çarşamba sarı, Perşembe yeşil, Cuma mavi, Cumartesi gri, Pazar siyah. Bu renklere o kadar kaptırmışım ki kendimi ve de öylesine yerleşmiş ki bu bilinçaltıma, hâlâ günleri bu renkleriyle birlikte düşünüyorum. Biri salı dediğinde kafamda kırmızı flaşlar patlıyor. Cuma dediğinde mavi...

Çok konuşmazdım ben şimdinin aksine. Sessizdim. Odamın kapısını kapattığımda artık hiçbir kötülüğün bana ulaşamayacağını bilirdim. Elimde ki deodorant şişesi benim mikrofonumdu. Karşımda hayranlarım, ben yüksek bir sahnedeyim ve arkamda deli gibi yanıp sönen ışıklar var. Oldum olası müziksiz yapamadım, radyo'da sevdiğim bir şarkıcının en sevdiğim kaseti olurdu hep. Genelde playback yapardım. Nedense düşlerimde daima, sevilirdim. Değer verip en çok hayalini kurduğum şey sevilmek olurdu. Arada sırada annem beni o halde yakalardı sanki, çok iyi hatırlamıyorum. Utanmazdım bu durumdan. Hayalimi deldiği için kızardım sadece. Terleyene kadar şarkılar söylerdim. Karanlık çökerdi.

Şimdi ağlayan bir çocuk görüyorum.

Tarhana çorbasına sevinç çığlıkları atan, deodorant şişesini kendine mikrofon yapan, hayali öğrencilerine ders veren ve her okul çıkışı haberlerden önce Şirinler izleyen küçük bir çocuğun arkamdan ağladığını duyuyorum. Deniz Arman sayesinde Ana Haber Bülten'lerini kaçırmayan bir kız görüyorum.

Hayallerini yıktığımı söylüyor. Birzamanlar, büyüse bile kimsenin o hayalleri delmesine izin vermeyeceğine dair söz verdiğimi hatırlatıyor. Sözümde durmadığım için arkasını dönüyor... Gidiyor. 

Yazmasını bilmediğim günlerimi hatırlıyorum. Henüz alfabenin 'O'sundan bile birhaber olduğum zamanları, nasıl oluyor ben de bilmiyorum ama, hatırlıyorum işte. Yine de elime kalem kağıt alıp yazıyormuş gibi yapardım. Birilerine sorular sorar, cevaplarını yazıyormuş gibi yapardım. Şimdi anlıyorum, kanımda varmış diyorum.

Küçük çocuk susmuyor. "Seni mahvetmeye çalıştılar. Düşüncelerini yıkmaya çalıştılar. O daima omuzunda olmasını istediğin büyük ve sıcak eli senden esirgedikleri günlerde bile kendi renkli dünyanda mutlu olmayı başarmıştın!" deyip beni azarlıyor. Boyuna bakmadan daha güçlü olduğundan ve beni tanımadığından, tanımak istemediğinden sözediyor.

Aynanın karşısına geçip, iki işaret parmağımla ağzımı yırtarcasına açıp, ne kadar büyük gülebilirim diye test ederdim kendimi. Zaten ota boka gülen biriydim.

Kız ara veriyor, susuyor. Gülmediğini farkediyorum. Yüzünde ki gülücük yok olmuş. Oysa onunla doğduğunu söylemişti herkes... şimdi parmaklarıyla ağzını yırtsa da, gönül ikna olmuyor gözler gülemedikten sonra.

Olumlu düşünürdü kız. Yanında kimse yoksa o giderdi. Çılgın Bediş gibi kendine bir Oktay yaratırdı. Yarattığı Oktay'ın yüzünü hayal edemedi hiç. İstemiyordu da. Yüz eklediği, renk yerleştirdği, şifrelendirdiği ne varsa hep onun ardınca giden bir ruhu olduğunu bilirdi çünkü. Çizerdi alabildiğine. Hiç varolmayan şekiller yaratırdı wasco'ları ile.

Kız karşımda ağlıyor. Zeyna gibi güçlü olacağımı söylemişim. Bediş gibi çılgınlığımı koruyup gerçekleşmeyecek olsalar bile hayal dünyamı yıkmayacağımı söylemişim. Sırt çantalarım boşalsa bile yüreğimi hep umut ile dolduracağımı söylemişim. Her geçen gün yeni birşeyler öğrenip büyüyeceğime söz vermişim. Büyümenin beni değiştirmeyeceğine, bu yalnızlıktan yılmayacağıma söz vermişim. Tek başıma olsam bile birilerinin beni eğlendirmesinden çok, ben, eğlendireceğime söz vermişim.
Gördüklerime inanmadığım, daha çok göremediklerime inandığım bir çocukluk yaşadım. Gördüklerim kalbime bir çizik attıkca bir perde indirdiğim bir çocukluk. Gözlerim açık olsalarda, herkesin göremeyeceği güzellikleri görebildiğim bir çocukluk yaşadım.

Elleriyle kapattı gözlerini kız. Açarsa gördükleri karşısında yılgınlığa uğramaktan korkuyordu besbelli. Yılgınlık, o'nun yıllar önce yaşamış olması gerekirken bunu ısrarla reddettiği ve üstesinden gelebildiği bir durumdu. Şimdi ellerini gözlerinden çekerek, kendinden çokca büyük ve de zeki olduğunu söyleyen BEN tarafından yılgınlığa mı düşecekti?

Annemin aldığı oyuncak tabak çanakları bir leğenin içine sokar, annem esas bulaşıklarını yıkarken ben de yanında o'na bakarak kendi bulaşıklarımı yıkardım. O mutfağın birtek küçük penceresini hatırlıyorum. (6 kere taşındık ta biz) Beyaz, üzerinde pembe mor küçük çiçekleri olan bir perdeydi.

Uzun boyluydu annem ozamanlar. Sırtında onun bile göremediği büyük bir çantası vardı. Biraz kambur duruyordu bu yüzden... Dengesini kaybettiğinde bir ucundan ağabeyim, bir ucundan ben tutar yukarı iterdik. Galiba biraz olsun rahatlardı. Yemek ve krem kokardı elleri. Gülümseyen yüzünün altında değişik bir hüzün gizliydi. Biz sormazdık, bilirdik zaten.

Ben çocuk değildim.

Ağabeyim çocuk değildi.

Biz çocuk değildik.

Hiç olmadık...

Küçük kız karşımda kızmaya devam ediyor. "Seni rahatlık mı bozdu?" diye soruyor. Cevap veremiyorum. "Paspas mı oldun sen?" diye soruyor. "Hayır, sevdim sadece" diyorum. "Gülen yüzünü kim çaldı?" diye soruyor. "Çalınmadı, duruyor işte" diyorum. "Yalancı mı oldun sen..." diyor. "Hayır" diyorum, bir yalan daha söyleyerek...

O an anlıyorum büyürken nelerden vazgeçtiğimi. Verdiğim sözleri tutamadığımı. Büyümek için tırmanırken kanattığım tırnaklarımı. Peşimde sürüklediğim çocukluk hayallerimi yarı yolda bıraktığımı. Ağlamayı güleçliğe tercih ettiğimi.

"Dur gitme" diyorum. Tutuyorum kolundan, "Geri dön" diyorum. Öylesine içten ve öylesine olgun ki küçük kız, bir şans daha veriyor bana.

Sarılıyor... Giriyor içime, yeni umutlar ekiyor. Sırtımı sıvazlıyor. "Olsun" diyor.

"Olsun"

Goncagül "Çocuk"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!