Adımlarıma Işık

18 Kasım 2012 Pazar

Yokluğun Zenginliği

Öyle zamanlar vardır ki anlatmak istesen de anlatamazsın. Çoğu zamanda yüreğinin en kuytu derinliklerinde hapsedersin o anıları. İhtiyacın olduğunda ortaya çıkarıp tekrar umut soluyabilmek için. Umut kokan eller vardır. O eller elma soyar, battaniye örter, sıcak çorba kaynatır, en sevdiğin tv programını açar, sana döşek hazırlayıp vücudunun hiçbir yerinin üşümemesi için sarar sarmalar. Öyle sözler çıkar ki ağızlarından, kırk yıl düşünsen aklına gelmez, yıllarca yaşasan bir günde anlatılanı anlamazsın. Ve öyle hikâyeleri vardır ki, yakınsan utanırsın. O hikâyelerden kendine gelecek hazırlarsın. Tenceren de umuttur kaşığında. Evinin her duvarında o hikâyenin izi asılıdır tablo misali. İster istemez o umut kokan diyarda alırsın soluğu en zor zamanlarında. Öyle çok şeyler anlatmalarına da gerek yoktur aslında; sadece yanında oturayım, yine bana elma soysun, yine gözümün içine baksın, yine o emsalsiz sevgilerini kalbimde hissedeyim istersin. Ama onlar leb demeden anlarlar ağzında gevelediğin leblebiyi. Hazine kutularından ihtiyacın olan mücevheri çıkarır, sanki bu zamanlar için saklıyormuşcasına sererler önüne. Sorgusuz sualsiz. Karşılık beklemeden. Vermek için. Sadece vermek...

Kolay bir çocukluk geçirmediğim günlerde bir umut evim vardı benimde. Küçük ve bahçeli. Karıncalarıyla adeta dost olduğum günlerdi. Dakikalarca tek bir karıncaya odaklanıp "şimdi nereye gidiyor..." diye gözlemlediğim ve kendimi -garip ama- onun yerine koymaya çalıştığım bol çocuk kokulu günlerdi. Evet bol çocuk kokuluydu fakat nedense doğuştan gelen bir içgüdüyle bu kokuyu saklamak zorunda olduğumu sandığım günlerdi. En güzeli ise, bu duvarlarından Orhan Gencebay sesleri duyulan, mutfağı mis gibi çörek kokan, göğsü mis gibi umut kokan sığınak evim vardı; özgürce çocuk olabileceğimi hatırladığım. Dedemin kalın kaşlarının altında şefkat vardı görrmesini bilene. Yayam (anneannem) ayaklı neşe, sevgi, cankurtaran, ümit, ve daha bunun gibi benzeri kelimelerle özetleyebileceğim bir kadın. Bugün kazık kadar bir kız, hatta evli bir kadın olmama rağmen soluğu cankurtaranımın yanında alıyorum. Ben gitmesemde o geliyor. Ben söylemesemde o anlıyor. Ben hayatın karmaşasında kendimi bile unuturken o beni unutmuyor. Ufak tefek vefasızlıklarımın hesabını yapmıyor. En zor zamanlarımda yine o hazine kutusunu çıkarıyorlar ortaya. İçinden ihtiyacım olan mücevheri seçiyorlar. 

Kâh kulağıma küpe yapıyorum, kâh bileğime bilezik.

Tanrı o umut ışığının sönmesine azla izin vermiyor.

İyi ki varlar...

İyi ki uzun yıllar yanımda olacaklar...

Yerlerini hiçbir koku, hiçbir ses, hiçbir yürek dolduramaz.


Goncagül "Torun"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aman diyim birdaha düşün!